ORTA ÇAĞ AVRUPA'SINDA KİLİSENİN TOPLUM
ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
NEFİSE RANA TOPAL
Şehit Adil Büyükcengiz AİHL 11-A No: 41 Yıl: 2018
GİRİŞ
Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlığı kabul etmesiyle
beraber başlayan süreçte kilise her daim
önemli bir rol oynamıştır. Toplumla iç içe bulunan bu kurum bulunduğu ortamdaki
insanları gerek sosyal gerek kültürel alanda etkisi altına almış ve bununla
beraber dönemin en büyük gücü haline gelmiştir. Orta Çağ’ın siyasal düşüncesi
ve yapısının hakimi konumunda
olan kilise dini hakların yanı sıra dünyevi haklara da sahip olmuştur. Bu
dönemde yaşanan olaylar sadece o günü değil bugünün de siyasi yapısına yön
verecek nitelikte evrensel bir yapıya sahiptir. “Günümüz dünyasındaki
uluslarası ilişkiler Orta Çağ’da din ve siyaset ilişkisi ekseninde ortaya çıkan
görüş ve gelişmelerden önemli izler taşır.”[1] Bu
çalışma Orta Çağ’da kilisenin toplum üzerindeki etkisini analiz etmeye
yöneliktir ve dönemin din açısından nelere mal olduğunu anlamayı, geçmişte
yaşanmış olayları sentezleyip geleceğe yön verebilmeyi amaçlamaktadır. Bu
çalışma hazırlanırken web kaynakları ve makaleler taranmış, tahlil edilmiş,
yorumlanarak sonuca ulaşılmıştır.
KİLİSE VE TOPLUM
Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından Rönesans’ın
başlangıcına kadar olan yaklaşık bin yıllık dönem tarihte Orta Çağ olarak
adlandırılmaktadır.2
M.S. 3. ve 4. yüzyıllarda Avrupa’da önemli bir yere
sahip olan Roma İmparatorluğu
4. yüzyılda Hristiyanlığı
resmi din olarak kabul etmiştir[2]. Roma
topraklarında, vaad ettiği eşitlikten dolayı Hristiyanlığı ilk kabul edenler
köleler olmuştur. Bu dönemde Hristiyanlığı benimseyenler ağır zulümlere maruz
kalmıştır. Daha sonra Roma Devleti “Milano Fermanı”[3] ile
Hristiyanlığı serbest bırakmıştır. Hristiyanlık 381’de Roma İmparatorluğu’nun
resmi dini ilan edilmiş ve putperestlik yasaklanmıştır. M.S. 400-800 yılları
arsında yaşanan Kavimler Göçünün ardından Roma İmparatorluğu Doğu ve Batı
olarak ikiye ayrılmış, Batı Roma İmparatorluğu yıkılmıştır. Romanın
yıkılmasının ardından Feodalite[4](derebeylik)
yayılmaya başlamış bunun sonucunda merkezi krallıklar zayıflamış, bütünlük
parçalanmış ve Papanın gücü artmıştır. Orta Çağda ellerindeki metinlerin
birbirinden farklı olması Hristiyanlığın,
Protestanlık ve Katoliklik olarak ikiye parçalanmasına sebep olmuştur. Roma’da katolikliğin
temsilcisi olarak karşımıza Papa çıkmaktadır. Avrupa’da yaygın olan katoliklik sayesinde Papa dini ve siyasi otorite
sağlamaktadır. “Kilise otoritesini doğrudan Tanrı’dan aldığını iddia etmiş ve Tanrı tarafından otoritenin Aziz Paul[5]’a
verdiğine inanılmıştır”[6].
Bu dönemin temel özelliği
hayatın din etrafında şekillenmesi ve Hristiyanlığın kurumsallaştırılması
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde kilisenin halka aşıladığı genel
düşünce tarzı dünya ve nimetlerinden uzak durulması yönünde olduğundan ruhun
kurtuluşu için bedenin ihmal edilmesi görüşü ortaya çıkmış, vücud temizliği
dahi dünyaperestlik sayılarak hamam ve kaplıcalar kilise tarafından
kapattırılmıştır. Din adamları Avrupa’yı gezmekte, halkın düşünce ve davranışlarını
dini eğitim adı altında kontrol etmeye çalışmaktadır. Bu arada halkın dini
duygularını sömürerek topladıkları para yardımlarıyla zenginliklerine zenginlik
katmaktaydılar. Burada karşımıza çıkan tezat şudur ki din adamları halka mal
mülk edinmenin caiz olmadığını söylerken kilise ve manastırlar bir iktisadi
kuruma dönüştürülerek ruhban sınıfının kazançları artırılmaktaydı. Artık
toplumun iliklerine kadar işlenmiş olan kilisenin, insan hayatında yer almadığı
kısım bulunmamaktaydı. Öyle ki “Orta Çağ sanatında bütün estetik değerler
kilise ve soyluların önerdiği dinsel dogmalara yöneliktir. Bin yıl süresince
antik Yunan’ın düşünce ve kültür yapısıyla
biçimlenen ideal güzellik düşüncesi unutulmuştur. Sanat, dünya gerçeklerine
kapalı, öteki dünyaya yönelik bir soyut anlayış içinde biçimlenmiştir[7]”.Krallara
taç giydirme, senyörlere ünvanlarını verme, bölgede yaşayan insanları dinsel
faaliyetlerden men etme (enterdi) ve
para karşılığında günah çıkarma, cennetten arsa satma (endüljans) gibi
yetkileri bulunmaktadır
Bu dönemde kilisenin elinde bulundurduğu güç bu
kadarla kalmamış, askere gitmeme; vergi vermeme, eğitimi kontrol etme, mahkeme
kurma gibi yetkileri de elde etmiş ve durdurulamaz bir hal almıştır. Savaş gibi
yetkisinin olmadığı konularda askerlere
moral vererek etkisinin her alanda bulunmasını sağlamıştır. Kilise elinde bulundurduğu
bu gücün devamlılığını sağlamanın yolunu dini duygularını sömürüp kandırdığı
halkın düşünmesini yasaklamakta bulmuştur. “Döneme hakim olan skolastik
felsefede doğrular yalnızca İncil’de aranmış; deney, gözlem, araştırma ve
inceleme metodlarını yasaklamıştır”.[8]
Bu durum
özgür düşüncenin gelişmesini engelliyor, bilimsel ve düşünsel alanda gelişmelere
olanak sağlamıyordu. Bu sisteme karşı çıkan bazı insanlar ölüme kadar varan
cezalara çarptırılmaktaydı. “Kilise öğretilerine karşı gelenler cadı olarak
tanımlanıyordu. Nadir olarak aralarında erkekler ve çocuklar olsa da özellikle
kadınlara cadılık algısı üzerinden politika yürütülüyordu”[9].
“Düşünce alanlarında, kilisenin koyduğu kurallar geçerliydi ve buna aykırı
düşünceleri dile getirmek mümkün değildi. Bu durum kişisel yaratıcılığın ön
plana çıkmasını engelliyordu”[10].Bu
dönemde kurulan Engizisyon Mahkemeleri[11] bu
tür suçlamalarda insanların ağır işkencelere maruz kaldığı bir kurum olmakla
kalmamış, 300 yıl boyunca Avrupa’da terör estirmiştir. “Katolik kilisesinin bu
kural tanımaz, vahşi tutumu hem krallıklar hem halk arasında homurdanmalara
neden olmaya başlamıştı. Kilise artık gerçek bir inanç temsilcisi sayılmıyor,
daha çok politika ve dünya işleriyle ilgilenen bir kurum olarak görülmeye
başlanıyordu”[12].
“Sadece Kilise mensuplarına, ruhbanlara söz
hakkı tanıyan bir sistemin yürürlükte olduğu Ortaçağ'ın diğer bir adı da bu
nedenle "karanlık çağ" olmuştur”[13].
Orta Çağ’da
Avrupa toplumu üzerindeki etkisi azımsanamayacak kadar çok olan kilisenin bu
tavırları, dinde teselli arayan tabakalarda belirsiz bir özleyişe neden olmaktaydı.“Kilisenin
bu soysuzlaşmış haliyle aracılığı yapamadığına inanılmaktaydı”[14]Kilisenin
halkın dini duygularını kullanıp bilimsel gelişmelerin önüne geçmesi, gelecekte
Aydınlanma çağının ortaya çıkmasıyla temellerinin derinden sarsılmasına ve
halkın güvenini kaybetmesine neden olacaktır. 1300 ve 1550 yılları arasında
doğmuş ve 250 yıl sürmüş olan Rönesans yeniden doğuşun, Avrupa kültüründe
radikal değişimlerin çağıdır. “Avrupa’daki dış etkenlerin yanı sıra iç etkenler
de Ortaçağ Avrupası’nın gelişme bakımından kırılma noktası yaşamasına ön ayak
oldu. Siyasi ve kurumsal olarak büyük bir istikrarsızlık sergileyen Ortaçağ
Avrupası bilim ve kültürel olarak da sekteye uğramıştı. 11. yüzyılın sonu
itibarıyla ekonomik ve ekonominin getirdiği bir kentselleşme olgusu Avrupa’yı
canlandırdı ve bilimsel faaliyetleri başlattı”[15].İlk
defa İtalya’da tüccarların maddi desteğiyle kilise dışındaki düşünürlerin
öncülüğünde ortaya çıkan ve tarihçilerin “Rönesans” diye adlandırdıkları
düşünce hareketi kurtuluşa ermek için dünyaya sırt çevirmeyi öğütleyen hayat
anlayışını köklü bir biçimde değiştirerek, yaygınlaştırdığı bireyci yaşam
tarzıyla , Hristiyanlık öncesi Antik Yunan ve Roma Uygarlığına ilgiyi
canlandırmıştır”.[16] “Rönesans düşünce, kültür üzerinde seküler
etki, ulus devletin oluşumu ve ticaret ve alım satım üzerine kurulu kent
ekonomileri üzerine kurulmuştur”.[17]
Rönesansın getirdiği özgür düşünce sistemiyle bilim, sanat ve edebiyat
alanlarında gelişmeler yaşanmış kilise ve din adamları hümanistler tarafından
eleştirilmiştir. Rönesansın getirileri, Hristiyanlığın bozulması, dinin
çıkarlar için kullanılması ve kilisenin halka zulmetmesiyle Reform
hareketlerinin ortaya çıkmasını tetiklenmiştir. Matbaanın kurulmasıyla İncil
Latince’den İngilizce, Fransızca ve Almanca gibi ulusal dillere çevrilmiş böylece
insanlar, din adamlarının söyledikleriyle İncil’de yazanların birbiriyle
uyuşmadığını görmüşlerdir. Avrupa’da mezhep birliği bozulmuş, Calvinizm, Protestanlık,
Anglikanlık gibi yeni teolojiler ortaya çıkmıştır. Tüm bunların sonucunda din
adamları kilisenin itibarını düzeltmeye çalışmışsa da halkın güveni
sarsılmıştır. Eğitim sistemi din adamları ve kilisenin elinden alınarak laik
sisteme geçilmiş, böylece kilisenin eğitim ve bilim üzerindeki etkisi sona
ermiştir. Eğitim sisteminin din adamlarının elinden çıkması, kilisenin öğretilerini
yayamamasına ve en büyük dayanaklarından birini kaybetmesine neden olmuştur. “Buna
göre benimsenen laiklik ilkesi de, dini kamusal alandan dışlamayı değil, tam
anlamıyla din ve vicdan hürriyetini temine yönelik devletin bir tutumu olarak
işlev görmektedir”[18].
SONUÇ
Çalışmada da
belirtlildiği gibi Orta Çağ’da Kilise, Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı ve Rönesans
arasında manevi açıdan yıkılmaya yüz tutmuş bir köprüydü. Avrupa’nın bugünkü
halini almasında bir dönüm noktası olan Orta Çağ, bilimle uğraşan insanların
“cadı” olarak adlandırılmasından bugün bulunduğu noktaya kilisenin gerici ve
baskıcı tavırlarına göz yummayan aydın insanlar tarafından getirildi. Sekülerleşme,
Marksizm gibi kavramların ortaya çıkmasına bu dönemde yaşanan olaylar vesile
olmuştur. Bu bakımdan Orta Çağ birçok şeyin dönüm noktası olarak
adlandırılabilir. Halkı kendi menfaatleri ve iplerini elinde bulunduran dış
güçlerin menfaatleri uğruna kullanan kilise bu dönemin siyasi ve sosyal yapısını
etkisi altına almaktaydı. Gelişmeden uzak olan, vebanın yaygın olduğu, savaşların
ve sivil isyanların yaşandığı, bilimin geride kaldığı, Tanrı korkusunu
insanları tesir altına almak için kötüye kullanıldığı bu karanlık çağ, Rönesans
ve Reform hareketleriyle son bulmuştur. Halkı bu denli avucunda bulunduran
kilise aydınlanma çağından sonra siyasal sistemin dışına çıkarılmış ve toplum
üzerindeki etkisini yitirmiştir.
KAYNAKÇA:
MAKALELER:
·
Hakan OLGUN, Katolik
kilisesinin endüljans uygulaması ve Protestan reformuna etkisi, DergiPark, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, sayı 18, Ss. 327-346
·
Segah TEKİN, Esra
Banu SİPAHİ, Kent, yönetim. Din, siyaset ve düşünce bağlamında orta çağ
avrupasına ilşkin genel bir değerlendirme, Segah TEKİN. Esra Banu SİPAHİ,Tarih
Okulu Dergisi, Mart 2014, yıl 7, sayı 17, ss.189-219
·
Tuncay İMAMOĞLU, Orta
Çağ Batı Dünyasında Din-Siyaset İlişkisi ve Sekülerleşme Seyrine Genel Bir
Bakış, Marife, yıl 1, sayı 2, ss. 99-106
WEB
SİTELERİ:
·
Abdurrahmanakbilmez.blogspot.com
·
Omcakl8.tripod.com/eodev/ortacag.htm
·
İstiraki.blogspot.com
·
Uguroral.com.tr
·
Makaleler.com
[1]
Kent, Yönetim, Din,Siyaset ve Düşünce Bağlamında Orta Çağ Avrupasına İilşkin Genel Bir Değerlendirme
[2]
Tarihportali.net
[3]
Milano Fermanı Roma imparatorluğunda Hristiyanlığa karşı hoşgörüyü
resmileştiren Haziran 313’te
Licinius’un Doğu Roma’da yayımladığı ferman.
[4]
Feodalite,siyasi ve askeri gücü elinde bulunduran toprak mülkiyetine sahip olan
derebeyler ve bu sınıfa bağımlı olan kölelerin oluşturduğu idari düzen.
[5]
Pavlus ya da Tarsuslu Pavlus, Pavlik Kiliselerin kurucusu Hristiyan misyoner.
[6]
http://www.acikders.org.tr/mod/resource/view.php?id=1774
[7]
https://dtgultekin.wordpress.com/2008/02/27/orta-cag-sanati/
[8]
Abdurrahmanakbilmez.blogspot.com
[9]
https://m.aksam.com.tr/roportaj/avrupanin-karanlik-yuzu-ortacag/haber-706782
[10]
www.tarih34.com
[11]
1231 yılında Papa 9. Gregorius tarafından Fransa’da Toulouse da kilise ve dine
aykırı davrananları
cezalandırmak için kurulmuş mahkemelerdir.
[12]
Uguroral.com.tr
[13]
http://www.e-tarih.org/makaleler.php?sayfa=makaledetay&makaleno=1289
[14]
Macit GÖKBERK, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, 5. Basım, İstanbul, 1985,
s.200-201
[15]Havva
SEBETÇİ , Sosyal ve kültürel araştırmalar dergisi, 11-12 yüzyıllarda Orta Çağ
Avrupası’nın eğitime genel yaklaşımı
[16]
Orta Çağ Batı Dünyasında Din Siyaset İlişkisi ve Sekülerleşme Seyrine Genel Bir
Bakış
[17]
http://yunus.hacettepe.edu.tr
[18]
Orta Çağ Batı Dünyasında Din Siyaset İlişkisi ve Sekülerleşme Seyrine Genel Bir
Bakış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder