Osmanlı Mimarisi Ve Dönemleri
Nursema SAĞIR
Şehit
Adil Büyükcengiz AİHL 11-A No:42 Yıl:2018
GİRİŞ
Bu çalışmanın amacı özgün Osmanlı
mimarisini derinden incelemek ve konu hakkında bilgi sahibi olmak, mimariye
ilgi duyan insanları araştırmalar sonucunda sanat ve Osmanlı mimarisi hakkında
bilgilendirmek ve aslında yanlış bildiğimiz bazı şeyleri ortaya çıkarmaktır.
Ortaya çıkarırken de makalelerden ve bazı sitelerden araştırmayı destekleyecek
bilgiler ortaya koymaktır.
Osmanlı sanatının Türk Sanat Tarihi içerisinde önemli bir yere sahiptir.
Bu önem standart ve uyumlu bir üslup geliştirmiş olmasından gelir. Horasan’dan
başlayıp Filibe ‘ye kadar uzanan Osmanlı mimarisi zaman içinde büyük değişiklikler
geçirmiş ve gelmiş geçmiş tüm kültürlerin sentezini yaparak ortaya çıkarmıştır.
Osmanlı Mimarisini 14.yy dan 20.yy’ın başlarına kadar uzanan süreci 3
ana başlık altında incelenmektedir.
I- Erken Dönem Osmanlı
Mimarisi(14.yy-15.yy)
II - Klasik Dönem Osmanlı Mimarisi(15.yy-17.yy)
III - Son Dönem Osmanlı Mimarisi(17.yy-19.yy)
Osmanlı Devletinin kuruluş döneminde etkili olan Erken Dönem Mimarisi
İznik, Bursa ve Edirne yapıları tarafından temsil edilir. Bursa devletin ilk
anıtsal taş yapılarını bulundurmuş gerekse Erken dönem Mimarisi ’ne damgasını
vurmuş olması nedeniyle büyük bir öneme sahiptir.14.yy.ın ikinci yarısında
devletin merkezi olan Edirne ise bir cami ve medreseler kentidir. Erken Dönem
Mimarisi taş işçiliği bakımından Selçuk Sanatının izlerini taşır. Erken Dönemde
klasik anlayışın ve özgün Osmanlı sanatının ilk temelleri atılmış; kubbe
geleneği ortaya çıkıp gelişmiştir.
Klasik Dönem Mimarisi ise üç yüzyıllık geniş bir dönemdir; en parlak
örneklerini ise İstanbul’da vermiştir. Bu dönem mimarisinin başlıca konuları
dini ve kamusal yapılardır. Özel mülkiyet anlayışı olmadığından sivil mimariye
ait yapılara pek rastlanmaz. Kamusal ve dinsel işleve sahip olmayan ilk ürünler
dönemin sonlarında, batı etkisinin gelişiyle verilmiştir. İmparatorluğun
duraklama dönemine girdiği 17.yy. sonlarında ve bunu takip eden gerileme
döneminde Osmanlı devlet adamları ve aydınları arasında reform arayışları
ortaya çıkmıştır; fakat bu arayışlar daha çok Avrupa’nın taklit edilmesi
şeklinde gelişti. Mimaride batılı üsluplar benimsenmeye başladı. Böylece
18.yy.dan sonra Klasik dönem eserlerine rastlanmadı, sivil mimari önem kazandı.
(Osmanlı mimarisi hakkında )
Erken dönem
Osmanlı Mimarisi:
Erken dönem Osmanlı mimarisi bu dönemde ağırlıklı olarak İznik, Bursa ve
Edirne ‘dedir. İlk Osmanlı mimarisinin başlıca örneklerini külliyeler
oluşturmaktadır. Külliye bütünlüğündeki ana yapı ise başta cami olmak üzere medrese,
türbe, hamam, bedesten, han, çeşme vs. gibi işlevsel yapılar oluşmuştur.
Bursa, 1326 yılında Osmanlıların olmuştu ancak ilk eserler İznik’ te
inşa edilmiştir. İlk ve en erken örneğini İznik’te bulduğumuz cami mimarisi,
plan şeması olarak bazı büyük farklılıklar ortaya koyar. Bu nedenle ilk örnekleri
ve buna bağlı olarak cami mimarisini üç ayrı plan şemasıyla ve her plan tipinin
kendi içinde görülen farklılıklarıyla değerlendirilir. (Cantay, 2000)
A) Erken Osmanlı
Dönemi Medrese Mimarisi
Anadolu Türk
mimarisinde işlevleri belirgin olan eğitim ve öğretimle ilgilidir. Bu yapılar
medrese adıyla anılır.
B)Erken Osmanlı Dönemi
Türbe Mimarisi
Anadolu Türk
Beyliklerin dönemini kısa süreliğine kümbet-türbe mimari geleneğini takip etmiş
daha sonra kendi türbe mimarisini ortaya koymuştur.
İstanbul'un fethinin
ardından mimaride değişimler başlamıştır. Fetih geleneğine göre fethedilen
yerdeki en büyük kilise camiye çevrilmektedir. İstanbul fethedildikten sonra da
fethin sembolü olarak Ayasofya, camiye dönüştürülmüştür. Osmanlı
İmparatorluğu'nun çeşitli şehirlerinde 300 kadar cami, 57 medrese, 59 hamam, 29
bedesten, çeşitli saray, hisar, kale, sur, han ve köprüler yaptırdı.
Herkesi mimarisiyle
büyüleyen 'Topkapı Sarayı' Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'a en büyük
katkısıdır. 1478’te yaptırılan Topkapı Sarayı, Abdülmecit’in Dolmabahçe
Sarayı’nı yaptırmasına kadar devletin idari merkezi olmuştur. (Fatih Sultan Mehmet Hangi Mimari Eserleri
Yaptırdı, 2017 ) Kapalıçarşı,
Fatih külliyesi gibi pek çok eser yapılmasını sağlamış ve destek olmuştur.
Klasik
Osmanlı Mimarisi
Osmanlı Klasik Dönem mimarisini ele alırken; öncelikle
bu dönemi besleyen önceki dönemlerin incelenmesi gerekmektedir. Bunlar Doğu
Roma ve Beylik mimarileridir. Bu iki dönem Osmanlı Devletini sadece siyasal
açıdan etkilememiş aynı zamanda kültürel ve mimari izlerde bırakmıştır. Osmanlı
bu iki dönemin mirasını alarak olabilecek en üst seviyeye ulaştırmıştır. Beylik
mimarisi Edirne’nin başkent olmasına kadar yoğun bir şekilde hissedilmektedir.
Edirne ile birlikte Balkan ve Doğu Roma etkisi artmaya başlamıştır. İstanbul’un
fethi ile bu etkinin kaybolduğu görülmektedir. Karmaşık ama aynı zamanda içerisinde
birçok güzellikler içiren beylik döneminin siyasal yapısı mimarlığa etkin bir
şekilde aktarılmıştır.
Bir geçiş dönemi olan beylik döneminin mimarisi siyasal
yapıya benzer olarak birçok elementi içerisinde barındırmıştır. Aynı zamanda
birçok yenilikte bu dönemde denenmeye başlanılmıştır. Örneğin Orta Asya’da
genellikle türbelerde kullanılan “kubbe” sistemi mescitlerde
yaygınlaştırılmıştır. Ayrıca bu dönemde etki alanı hala Orta Asya’dır. Tabii
İran’ın burada köprü olduğunu ve etkilerinin yadsınamayacak olduğunu unutmamak
lazım. Her ne kadar Moğolların istilası ile ekonomik sebeplerden beylik
mimarisi sekteye uğrasa da Osmanlı mimarisini derinden etkilemiştir. Doğu Roma
İmparatorluğu her ne kadar beylik döneminden önce var olmuş olsa da Osmanlı’ya
etkisi beylik döneminden sonra olmuştur. Bunun sebebi Doğu Roma mimarisinin imparatorluk
mimarisi olmasıdır. Osmanlı ancak İstanbul’u fethettikten sonra imparatorluk
düzeyine ulaşmıştır. Doğu Roma mimarisi, Yunan uygarlığının mirasını taşıyan
Roma mimarisinin bir devamıdır. Farklı kültürleri içinde eritmiş; ortak bir
mimarlık stilidir Doğu Roma mimarisi. Büyüklük ve haşmetin yanı sıra mutlak
gücü simgeleyen etmenlerde önemlidir. Örneğin Ayasofya’da kare bir yapının
üzerine tek büyük bir kubbenin oturtulması gibi. Bu yönden Doğu Roma
mimarisinin simgelik etkisini Osmanlı Klasik çağında rahatlıkla
görebilmekteyiz. Beylik Dönemi Kuruluş Osman Bey döneminde gerçekleşse de
beyliğin mimarlıkla olan ilişkileri Orhan Bey döneminde artmıştır. Özellikle
Bursa’nın fethi bu dönemi başlatan olaylardandır. Beylik bu dönemde daha
yerleşik hale gelmiş ve mescit, suyolları gibi toplumun genel ihtiyaçlarını
karşılamaya çalışmıştır. Bu dönemde Osmanlı Beyliğini şanslı sayabiliriz çünkü
baskı altındaki doğudan birçok mimar beyliğe gelmiştir. Bunun yanı sıra
fethedilen Doğu Roma topraklarındaki sanatçılarda Osmanlı’ya yeni ufuklar
kazandırmıştır. Fetret dönemine kadar Bursa imarın merkezi konumundadır. Fetret
dönemi ile Edirne önem kazanıyor (OSMANLI MİMARİSİ HAKKINDA)
II. Murad’ın Balkanlarda yaptığı fetihler mimariye yeni
elementlerin katılmasının –demir bağlantı elemanları kullanılması gibi- yanı
sıra yeni mimari düşüncelere de imkân sağlamıştır.
Bunun yanı sıra Selçuklu devletinde külliyeler şehrin
büyüme noktaları iken Osmanlı’da şehri sınırlayan yapılar olmuştur. XIV. Yüzyıl
da yer alan en önemli mimari yapı ise Bursa Ulu Cami’dir. Çoklu kubbe
sistemlerine güzel bir örnektir. Dikdörtgen bir yapının üzerine yirmi eş kubbe
kondurulmuştur. Bu kubbeleri on iki ayak taşımaktadır. Yağmur sularının
toplandığı şadırvan ince mimari üslubun Osmanlı mimarisine girdiğinin
göstergesidir. Bu şadırvan bir iç avlu görevi görmekte ve binayı
aydınlatmaktadır. Aynı özelliği Kayseri’de bulunan Selçuklu dönemi Hatun
Cami’sinde de görmekteyiz [1]
Bu dönem Osmanlı mimarları cami mimarisinin özelliklerini belirlemeye
çalıştılar. Ayrıca merkezi plan sorunun nasıl çözüleceği sorusuna yanıt
aradılar. Bu dönem mimarlarının baş amacı her yönden ve herkes tarafından
görülebilecek kadar yüksek ve heybetli yapılar yaratmaktı. Bu Dönem camilerinde
kubbeli ve yan kubbeli bir örtü sistemi kullanıldı. Bu tavan dörtlü fiyalak (prizma
biçimli yapılarla hiyerarşik, basamaklı bir görünüm sistemi ile dengelendi) Yukarıdan
aşağı genişleyen bir kütle kompozisyonu tasarlandı. Ana kütle ve kubbe arasında
daha uyumlu bir geçiş yapabilmek için kubbe kasnağı sınırlı yükseklikte
tutuldu: Bu dönem yapılarında kullanılan kubbeler tam yarı küre şeklinde
değildi. Selahattin Camilerinde olduğu gibi minare sayısıysa iki veya dörttü.
Bu dönemde kullanılan yapı malzemeleri küfeki taşı ve mermerdi.
16-17.yy.(Sinan Dönemi ) İmparatorluğun ekonomik alandaki refahını
yansıtan büyük boyutlu eserler yapıldı. Şehircilik çalışmaları önem kazandı.
Mimari elemanların ölçüleri ve kompozisyonları yeniden düzenlendi.: Ana kubbe
genişletildi; yan mekanlar kullanışlı hale getirildi; filayak sayısı altı ve
sekize çıkarıldı. Yapı malzemelerinde yalınlık ön plana çıktı. Ayrıca renkli
taşlar da yapılarda kullanılmaya başlandı. 17.yy. da ,16.yy.ın etkileri görüldü
.Batı etkisi henüz kuvvetli olmadığından bu dönemde Osmanlı kendi kaynakları
açısından kısırlaşmamıştı, hala özgün eserler verebiliyordu ..Fakat Osmanlı’nın
duraklama dönemine girişi ,iç karışıklıklar ,ekonomik sıkıntılar mimaride büyük
atılımlar gerçekleştirecek büyük boyutlu yapıların inşasını engelledi .Bu
nedenle bu dönemde İmparatorluğun büyüklüğünün anısını yaşatacak eserlerle
yetinildi. (OSMANLI MİMARİSİ HAKKINDA)
Son Dönem Osmanlı Mimarisi:
Mimar Sinan’ın ölümü ile Osmanlı mimarisinde “Klasik
Dönem” diye adlandırılan çağ kapanmış, etkileri uzun süre devam etmiştir. Bu etki,
özellikle cami planlarında çok güçlü ve kalıcı olmuştur.
Resmi Osmanlı anlatısında, 18. Yüzyıl, askeri üstünlüğü o
dönem itibariyle genel kabul görmüş Avrupa ile yeni bir barış diplomasi
dönemini başlatan bir önceki yüzyılın kasvetli son yıllarıyla tam bir zıtlık
içerisindedir. Modern tarihçilikte, Batı’nın mimari kültürüne yeni yeni ilgi
duymakla olan saray erkânının enerjisi ile değişen İstanbul peyda olmuştur.
Osmanlı Batılılaşma, imparatorluğunun 1683 ‘ten sonraki askeri (ve dolayısıyla
kültürel) gerilemesinin eş anlamlı bir belirtisi ve 19. Yüzyılın daha karalı,
Batı odaklı modernleşme reformlarının öngören bir eğilim ortaya çıkmıştır [2]
Osmanlı için gerileme döneminin başlaması ifadesi, askeri ve
siyasi alanları karşılayabilir nitelikte bir sözcük olabilir fakat aynı sözcüğü
mimari, kültürel ve sosyal hayat için kullanmak ne kadar doğru olur tartışılır.
Bu dönem Osmanlı mimarisinin zirvede olduğu bir dönem olarak ele alınabilir.
Osmanlı’ nın Geç Dönemi askeri ve siyasal alanda karşılaşılan başarısızlıklarla
beraber, bir içe dönme sürecini ortaya çıkarmıştır. Bir bakıma, kendini her
alanda en iyi ve rakipsiz gören Osmanlı, Sanayi Devrimi ‘nin etkisiyle başlayan
gelişim ve değişimlerin çok gerisinde kaldığını fark etmiştir. Askeri
yenilgiler ve ekonomik olarak Avrupa ‘dan
geri kalış sebebiyle ,Osmanlı devleti
özeleştiriye almıştır
Osmanlı Devleti’nin modernleşme politikasının resmiyet
kazandığı bu dönemde Batı ile diplomatik ilişkilerin artması ve bürokratların
mevcut sistemi iyileştirme çabaları ile siyasette başlayan değişim, zamanla
günlük hayatın her alanına yayılmış fiziksel çevrede de gözle görülür etkiler yapmıştır.
[3]
İstanbul’un Tanzimat ile geçirdiği kentsel değişimde, yeni benimsenen ekonomik
ilişkiler ve yaşantı biçimi rol oynamıştır. Bu süreçte yeni bir kentsel altyapı
ve kanunlara ihtiyaç duyulmuş, çözüm olarak geliştirilen yasal çevreye ve idari
örgütlenmeler sonucu kent ölçeğinde planlamaya gidilmiştir. [4]
Saray ve çevresi, saray, kasır, köşk ve
yalılarla Haliç ve Boğaz boyunca yayılmış, devletin askeri yapısı da kuzeyde ve
Anadolu yakasında inşa edilen kışlalarla yeni yerleşim alanları meydana
getirmiştir.
19.yüzyılın ikinci yarısında, ahşap evlerden meydana gelen
yoğun kentsel dokuya sahip Tarihi Yarımada’ da gerçekleşen büyük yangınlar,
fiziksel değişimin çıkış noktasıdır. İstanbul genelinde olduğu gibi yangınlar
tehlikesini azaltacak yeni inşaat teknikleri, yolların yeni ulaşım teknolojisine uygun olarak genişletilmesi,
kent mekanının yeniden inşa edilmesi çalışmalarıyla yeniden yeşillenmiştir [5]
Tanzimat döneminde görev yapan mimarlar incelendiğinde,
çoğunluğunun yabancı veya Levanten mimarların Gaspare Fossati,
bu dönemde Tarihi Yarımada ‘da gerçekleştirdiği yeni işlevli ve modern yapım
tekniklerine dayana binalarıyla öne çıkan bir isimdir
Fransa ‘da eğitim almış Levanten mimarlarında Alexandre
Vallaury birçok mimari esere imza atmakla birlikte dönemin diğer mimarlarından
farklılık göstermektedir. Ne batılı ne de Doğulu bir mimar sayılan Vallaury
‘nin eserlerinin birçoğunda Batı ve Osmanlı mimarisinin sentezlenmiş hali görülmektedir.[6]
Bu dönemde özellikle süslemede Borak, Rokoko gibi Batı
kaynaklı üsluplar görülür. Ama üslupların Osmanlı sanatındaki uygulamasında
geleneksel Türk motifleri ve yapı tiplerinden vazgeçilmemiştir.
Bu dönem çeşme ve sebiller daha çok önem kazanmıştır.
İstanbul halkının 18.yüzyılda günlük yaşamına giren ve Sadabad, Kağıthane ve
boğaz kıyıları gibi alanların şehir yaşamında mekânsal olarak var olması,
İstanbul halkının günlük yaşamı için değişik bir deneyim olan mesire kavramını sokmuştur.
18. yüzyıl İstanbul’unda, fiziksel çevrenin evrimi aşamasında, dönemin ruhuna
uygun olarak değişen mimari yaklaşımlar çerçevesinde şehrin önemli noktalarına,
şehre batılı havası veren ve geleneksel çeşme tipolojisinden ayrılan büyük boyutlu,
taş malzemeli dört yüzlü çeşmeler yapılmıştır.
Bu yapılar, şehrin yeni bir karakter kazanmasında ve
historiyografik açıdan şehir mekânlarının tamamlanması açısından önemlidir.
Etrafı açık ve dört yönden algılanabilen bu çeşmeler, çevresinde dolaşılabilen
yapılar olmasından dolayı mekân etkisi yaratmış, gündelik yaşamda ve mimarlık
tarihi yazımında “Meydan Çeşmeleri“ olarak tanımlanmıştır. Ancak bu çeşmelerin
yapıldıkları alanların, dönemi içerisinde şehir meydanları olarak tanzim
edilmediklerini, çeşmelerin yapılması ile bu alanlarda kendiliğinden ve
müdahalesiz oluşan meydan kültürünün geliştiği ve bunların çeşme meydanı olarak
tanımlanması İstanbul ‘da ki meydanlar açısından vurgulanması gereken önemli
bir noktadır. [7]
Sonuç:
Sonuç olarak Osmanlı mimarisi birçok kültürden etkilenmiş ve
ortaya çıkan mimari yapılarda bunu yansıtmıştır. Bu mimarlığı Osmanlı
devletinin siyasi tarihi ile yakın bir ilişkide olduğunu unutmamak gerekir.
Siyasi iniş çıkışların veya devrimleri mimariyi de etkilemiştir. Osmanlı
beylikten imparatorluğa geçişin bütün aşamalarını mimarisi üzerinde de
yansıtmıştır. Osmanlı mimarisinin en çok değiştiği dönem son dönem Osmanlı
mimarisi olmuştur. Bu dönemde aslında bir milletin değişimini ve bu değişimin
her alanda hissetmesinden de anlaşılmaktadır. Bu çalışmadan çıkarımlarım ise
bir milletin değişmesi o milletin sadece dış görünüşünün değişmesinden ibaret
olduğu anlamına gelmemektedir. Aslında o milletin düşüncelerini, toplum
yapısını, mimarisini, sosyal hayatının da değiştirdiğin anlamına gelir. Bu
değişim her zaman kötü olacak diye bir şey yoktur fakat her değişimde iyi
değildir. Osmanlı mimarisi de bu değişim dalgası altına son dönemde girmiştir
ve eski yapısını unutarak etkilendiği düşünceler izinde eser vermeye
başlamıştır.
Kaynakça
-Cantay, P.
D. (2000). Erken Osmanlı Dönemi Mimarisi .
-Fatih Sultan Mehmet Hangi Mimari Eserleri Yaptırdı. (2017 , 08 cuma).
https://www.projedefirsat.com/haber/fatih-sultan-mehmet-hangi-mimari-eserleri-yaptirdi.
adresinden alınmıştır
-karakaş, h. (tarih yok). osmanlı mimarisi ve
dönemleri . 2.
-kayhan, c. (2016). Geç Dönem OsmanlıMimarlığı. Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Mimari Restorasyon
Program.
-OSMANLI MİMARİSİ HAKKINDA. (tarih yok). http://www.restoraturk.com/index.php/mimarlik/361-osmanli-mimarisi-hakkinda.
adresinden alınmıştır
[1] Ödekan
A. “Mimarlık ve Sanat Tarihi” in Osmanlı Devleti 1300-1600 yayın yönetmeni Sina
Akşin, İstanbul, 2005,sayfa 294
[2] Shire
Hamadeh ,Şehr-i Sefa 18.yüzyılda İstanbul ,Doğan Kuban ,Türk borak mimarisi
hakkında bir deneme
[3] Gözde çelik,
Tanzimat ve Tarihi Yarımada’nın yeni mimari çehre
[4] İlhan
tekeli 19.yüzyılda İstanbul metropol Alanının Dönüşümü
[5] İlhan
tekeli 19. Yüzyılda İstanbul
[6] Serhat
anıtkar ,19.yy batılılaşma hareketlerinin Osmanlı mimari biçimlenişe etkisi:
Vallaury yapıları örneği
[7] Esma
igüs 18.yüzyıl İstanbul’unda fiziki çevre ,meydan çeşmeleri ve çeşme
meydanlarının etrafında oluşan İstanbul meydanları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder