1876 DARBESİ VE SULTAN
ABDÜLAZİZ’İN TAHTTAN İNDİRİLMESİ
Zeynep Şeyda Geldi/ 11-A /67
GİRİŞ
Abdülazîz Han, Osmanlı Devleti’nin,
atılım yapması için yollar arayan ve çevresindekileri bu doğrultuda zorlayan son pâdişahtır. Ondan
sonrakiler var olanı mümkün mertebe
muhafaza edebilmek, çökerken imkân çerçevesinde bir şeyler kurtarabilmek için
gayret göstermişlerdir. Bu niteliğiyle Sultan Azîz, bugünkü nesillerin hafızalarından
saklanmış, pehlivanlığı, kaba sabalığı, müsrifliği hakkındaki bir takım münasebetsiz
propaganda yakıştırmalarıyla “karartılmış” azîz bir mağdurumuzdur… Halbuki onun
15 yıllık hükümdarlığı, eğitimden orduya, hukukî çabalardan mimarîye, sanayi ve
ticarî konulardan ulaşıma kadar bir çok alanda kökümüzle ilişkili kurumların
kurulması ve köklü kurumsallaşma çalışmalarıyla geçmiştir. Bu gidişle onun
yabancı himayesini kıracağından, milletimizi tekrar güçlendireceğinden
korkanlar tarafından da endişeyle takip edilmiştir. Nitekim, yabancıya kul
olan, benliği yabancı hayranlığıyla beslenen, yabancı “üfürüğüyle” coşup
hareketlenen uğursuz bir cuntanın gerçekleştirdiği, dış destekli bir darbe ile
tahtından indirilmiş ve
âdî bir cinâyetle katledilmiştir.Bu konuyu seçmemdeki en önemli etken”15
Temmuz Darbe Girişimi”ne şahit olmak ve bir millet olarak bunun etkilerini
yaşamış olmaktı.Darbelerin tarihteki seyrini devlet ve millete etkilerini
derinlemesine incelemek istedim.Abdülaziz’i seçmemin sebebi ise büyük bir
devletin son demlerinde yaşanmış olan buhranları göstermesiydi.Aynı zamanda
devletin en yüksek makamında bulunan Hüseyin Avni Paşa’nın böylesine riskli ve
bir yandan da cesaret isteyen bu haince olayı gerçekleştirme gayesi
gütmesindeki derin nefretin sebebini ve kininni de öğrenmek istedim.Sonuçta
devletin en yüksek makamı olan sadrazamlık görevini terk etme hatta yaptığı
planın ters tepme ve canından bile olma ihtimali varken böylesi bir olaya
yeltenmesindeki sebepleride öğrenmek istedim.
Hüseyin Avni Paşa eğer
sadrazamlık görevine devam edip böylesi bir plana yeltenmemiş olsaydı belkide
zeki ve başarılı bir sadrazam olarak tarihe geçicekti. Ancak bütün bu vasıfları
bir kenara iterek, hainlikle anılmayı göze almasındaki nedeni öğrenmek istedim.
Öte yandan zeki ve başarılı olan Sultan Abdülaziz’in nasıl böylesi bir oyuna
geldiğini nasıl kandırıldığını ve nasıl haince bir iftiraya maruz kaldığını
,yaşanılan bu olayın altındaki derin sebepleri ve getirdiği sonucun nelere maal
olduğunu ,dost olarak görülen düşman devletlerinin devletin üstüne nasıl akbaba
misali saldırdıklarını ikinci yüzlerini ne miktarda gösterdiklerini ve bu
olaydaki paylarını araştırmak ve performansıma konu etmek istedim.Devletin
“HASTA ADAM” olarak anılması durumunun önüne kalın bir duvar örmek isteyen ve
bu uğurda çeşitli mücadeleler veren ve fedakarlıklarda bulunmaya razı olan
Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinin devlete ve millete ödettiği
bedelleri ve geri dönüşlerini araştırmak ve öğrenmek istedim.
Bunların
dışında son dönemlerde revaşta olan
tarihi diziler ilgimi arttırdı.Bir devletin yıkılmasında dahili ve harici
etkenleri merak ettim.Ölümü şaibelerle dolu olan Sultan Abdülaziz’in geçmişine
kapı aralamak istedim.Daha önceki tarihi bilgilerimden, okuduğum kitaplardan ve
makalelerden faydalandım. TRT’de Sultan Abdülaziz belgeselini izlemiştim
araştırma konum bu olunca belgeseli yeniden izledim ve konu hakkında daha çok bilgi birikimim olmuş
oldu.
Sultan
Abdülazîz, büyük birâderi Abdülmecîd Han’ın vefâtı üzerine, Osmanoğulları
hanedanının en büyük evlâdı olarak, henüz 32 yaşında tahta çıktı (25 Hazîran
1861/16 Zilhicce 1277 salı). Annesi, gâyet dindâr ve hayırsever bir kadın
olarak tanınan Pertevniyâl Sultan’dı. Yeni hükümdar, itinâlı bir tahsîl
görmüştü; edebî ve millî kültürü çok kuvvetliydi.
Özel kaleminde bulunmuş olan Memduh
Paşa onu “güzel yüzlü, yumuşak sözlü, mâna inceliklerini kavramada kıvrak
zekâya sahip, azametli olmakla beraber nâzik tavırlı, cömert huylu bir padişah”
diye nitelendirmektedir. Arapça ve Farsça’ya vâkıftı; hattâ Arap edebiyâtına
dâir bir risâle dahi yazdı ki, İbnülemîn bunu Hâlis Efendi’nin kitapları
arasında gördüğünü kaydetmektedir. Yazı yazma (kompozisyon) kabiliyeti kuvvetli
ve çok düzgündü. Ulu ataları gibi hat’ta mahâreti vardı. Vâlidesinin Aksaray’daki
câmiinde bir hüsn-ü hat levhası
mevcuttur . Kardeşinin batı müziği merakına karşı, millî mûsıkîmize bağlı idi.
Bizzat güftelerini yapıp bestelediği zarîf eserleri vardır.
Takvimler 25 Haziran 1861 gününü
gösterirken, gece saat 01.00 'da Osmanlı donanması, İstanbul Boğazı'nda resmi tören
geçidi yaparken delallar, yüksek sesle şunları tekrarlayarak İstanbul
sokaklarında dolaşıyorlardı:
"Sultan
Mahmut Han'ın oğlu, padişahımtz Sultan Abdülmecid Han öldü. Ruhu şad olsun.
Halefi Sultan Mahmut Han'ın oğlu, Sultan Abdülaziz Han'dır. Tanrı onun
saltanatını korusun".
Geleneğe uyarak, ilk önce,İstanbul
surlarında Muhammed’in yanında savaşırken ölen Peygamber’in, Eyüp adındaki bir
sancaktarının mezarı üzerinde yapılmış olan Eyüp Camii’ne görkemli bir şekilde
gitti.Dervişlerin şeyhi,ona Osman’ın kılıcını işte bu camiide kuşattırdı.Bu
görev verme akdi,Sultanlığa geçiş göstergesi olarak yapılırdı.
Abdülaziz tahta çıktığı sıralarda Osmanlı Devleti’nde ekonomi gerek
malzeme alımı, gerekse dış ödemelerde hükümetin boşuna yaptığı fedakarlıklar,
yıllık olarak 115 milyon liraya yükseliyordu. Gelirlerin, aşırı harcamayı
karşılayamamasından dolayı, borç yükü, faizleri yüklü ödemelerle birlikte
%50’yi bulan yeni borç alımlarıyla,önü alınamaz biçimde artıyordu.Borç,
Abdülaziz tahta çıktığında, 450 milyona yükselmişti. Bu sırada, yıllık bütçe
açığı 37 milyon 500.000 franktı. Bu açık , 75 milyon kadar olan ve Kaimenin(1)
değer yitirmesinden kaynaklanan kayıpla daha da artıyordu.
Osmanlı Devleti’nin büyük bir ekonomi çöküşe
yaklaştığı, ekonomik koruma duvarlarının yıkılmaya başladığı çok açıktı.
Sıkıntı derin, tehlike yakındı. Abdülaziz, umutsuzluğa düşmedi; büyük bir hırsla,
devletin kredisini uzun bir süreden beri yiyip bitiren felaketten imparatorluğu
kurtarmak için bir karar aldı:200 milyonluk bir ödünç para sözleşmesi
imzalayıp,yeni bir sürekli gelir tahvilini(2) kararname ile düzenliyerek,bu iki
kaynaktan elde edilecek geliri,Kaimenin çekilmesine,hesap tasviyesine ve borcun
önemli ölçüde azaltılmasına ayırdı. Kısa sürede piyasada tek Kaime kalmadı ve
borç büyük ölçüde geri ödendi. Osmanlı Devleti’nin gerek iç gerek dış dünyadaki
itibarı korundu.
Bu kaynak artışı, hükümete, demiryolu,
telgraf hatları ağı yapımını başlatma, Asya ve Avrupa’nın tüm kıyıları üzerine
fenerler inşaa edilmesi olanağı sağladı. Bu gelişmeler Osmanlı Devleti’nin
düştüğü gerileme batağından çıkması için önemli bir adımdı.
Sultan Abdülaziz aralarında
oğlu Şehzade Yusuf İzzettin Efendi,Veliaht Şehzade Murad Efendi,Şehzade Hamid
Efendi başta olmak üzere 56 kişiden oluşan bir heyet şeklinde Avrupa’ya seyahat
etmiştir.Bu seyahat Osmanlı Devleti’nde bir ilk ve son olmuştur. Fetih ve savaş
dışında Osmanlı padişahlarının ecnebi topraklarına ayak basması caiz
bulunmadığından Avrupa’ya seyahat eden ilk ve tek Osmanlı padişahı olan
Sultan Abdülaziz, bu gezi neticesinde birçok yenilik ve ilerlemeye öncülük
edecek fikirler edinmiştir.
(1)Kaime: Kaime 1843 yılında basılan ilk Osmanlı banknotu. "Yerine
geçen" anlamındaki "kaim", halk diline "kayın" olarak
geçmiştir. Hazine bonosu yerine de kullanılabiliyordu. 160 bin Osmanlı altını
karşılığında "kâime-i mutebere" adıyla bastırılmıştır.
(2)
Tahvil: anonim şirketlerin kaynak bulmak amacıyla
ticaret ya da sermaye piyasası kanunlarına göre, itibari kıymetleri eşit ve
ibareleri aynı olmak üzere çıkardıkları, vadesi bir yıldan uzun borç senedidir.
Sultan,
bu gezi neticesinde Osmanlı’nın Batı’ya
nazaran geri kaldığı bilim,sanat,teknoloji ve askeri alanlarda birçok yenilik
yapmış ve birçok alanda güçlenmiştir. Bu da Sultan Abdülaziz’in batıdaki
gelişmeleren geri kalmamak ve Osmanlı’yı yeniden muasır medeniyetler seviyesine
çıkarmak için attığı bir adımdır. Ayrıca Sultan Abdülaziz 3 Nisan 1863
senesinde Mısır’ı ,yine daha sonra padişah olacak 3 şehzade yeğeniyle birlikte
ziyaret ederek ,Yavuz Sultan Selim’den sonra Mısır topraklarına ayak basan ilk
Osmanlı padişahıdır.
1876 ASERİ DARBESİ ve SULTAN ABDÜLAZİZ’İN KANLI
GÖMLEĞİNE GİDEN SÜREÇ
Zamanla her husus yerine oturmuş, Osmanlı
Devleti Batı’ya karşı imajını yenilemiş, donanmasını güçlendirmiş kısacası
yeniden cihan devleti olma yolunda giderken içeriden ve dışarıdan müdahalelerle
tekrar boyunduruk altına alınmak istenmiştir. Bir Osmanlı padişahının kanlı
gömleği trajik ve dramatik bir öge olmaktan çok daha fazlasının sonucuydu
aslında. Bu sürece giden yolda devlet bürokrasisi ve sıkıntılı siyasi yapı 1871
senesinde sadrazam Ali Paşanın vefatıyla başlamış oluyordu. Maalesef bu kadar
büyük bir cihan devletinin yönetilmesi kolay değildi. Güçlenen Osmanlı devleti
gerek içerde, yetkileri Tanzimat’la birlikte artan hırslı ve kötü niyetli
bürokrat ve paşaların ortaya çıkması ile padişahın otorite boşluğundan
faydalanarak har vurup harman savurmuşular, gerekse de dışarıda güçlenen
Osmanlı’nın artan düşmanları, bu paşaları kullanarak doğrudan ya da dolaylı
müdahaleleriyle Osmanlı Devleti’nin eski günlerine dönmesine müsaade
etmemişlerdir. Kısacası Osmanlı Devleti toparlamak için adımlar attıkça
devletin bir türlü önüne geçemediği güçler Osmanlı Devlet’nin yıkılması için
ellerinden geleni yapmışlardır.
1876 darbesi ve Sultan
Abdülaziz’in kanlı gömleğine giden yolda ülkedeki siyasi istikrarsızlık ana
sebeplerden biriydi. 1871 senesinden sonra, yani sadrazam Ali Paşanın
vefatından sonraki 11 sene içinde 1882 senesinin sonunda tam 24 hükümet
değişmiş durumdaydı.
Bu Osmanlı Devleti’nin siyasi istikrar
konusunda sıkıntılar yaşamasına ve kalkınma çalışmalarının uzun vadede geçerli
yapılanmalar olmamasına ve devlet organlarının sürekli değişen hükümet yapısı
yüzünden yıpranmasına sebep olmuştur.Bu 24 hükümetten en uzun süre başa
kalbilen 1 yıl 6 ay ve 1 yıl 7 ay ile Hüseyin Avni Paşa ve Küçük Said Paşa
hükümetidir. .
(Öztuna, 2010:321)
Padişah
üzerinde çok önemli bir etkisi olan Tanzimat hükümetlerinin bu denli
istikrarsız ve farklı oyunlar içinde olması Osmanlı Devleti’nin sonunu getiren
bu el ‘em verici hadiseye -1876 askeri darbesi ve Sultan Abdülaziz’in
öldürülmesine - giden acı olaya- zemin hazırlamıştır. Başa getirilen hiçbir
hükümet dikiş tutmuyor, adeta krizin bir çığ gibi büyümesine katkıda
bulunuyorlardı. Ülkeyi yönetmek bir yana makam ve mevkiinin getirdiği güçle
çeşitli ahlaksızlık ve yolsuzluklara başvuruyor- lardı.
Bu
siyasi istikrarsızlıklara birde bazı meseleler ve isyanların çıkması, bu
isyanların yabancı devletler tarafından kışkırtılarak Osmanlı aleyhinde
kullanılması dönemin bir diğer sıkıntılı mevzularındandır. Karadağ isyanı, Sırp
isyanı, Eflak-Boğdan olayları, Bosna Hersek isyanı, Bulgar isyanı, Girit
isyanı, Yemen isyanı, Lübnan olayları ve Mısırdaki veraset sorunu Osmanlı
Devleti’nde bazı iç karışıklıklara ve otorite kaybına yol açmıştır. Zaten
ülkeyi yönetme konusunda ciddi sıkıntılar yaşayan Osmanlı hükümeti çeşitli
güçler tarafından desteklenen iç karışıklıklar otoritenin iyice sarsılmasına ve
yıkılma sürecinin hızlanmasına neden olmuş zaten akayta durmakta zorluk
çeken Osmanlı’nın daha da tökezlemesine
neden olmuştur.
DARBEYİ
HAZIRLAYAN ORTAM
Artan Dış Borçlar
1876 askeri darbesinden yaklaşık 8 ay önce
1845 Ekim ayında devlet bütçesinde yaklaşık 5 milyon altın açık vardı. Dış
borçlar zorlukla ödenir durumdaydı. Dış borçların ödenmelerinin aksaması Osmanlı’nın
yıkılması için 4 gözle bekleyen Hristiyan birliğinin işine
yaramıştır.İsyanların çokluğu askerive siyasi başarısızlıklar, saray halkının
savurganlığı parasal açığın kapanmasını güçleştirmiştir.
Yabancı Devletlerin Müdahelesi
Öte yandan Bosna – Hersek
ayaklanması devam ederken, 2 Mayıs 1876’da Bulgaristan’da büyük bir isyan
çıktı. Ruslar tarafından gizlice silah gönderilen 55 Bulgar köyünün erkekleri,
Türk köylerini bastılar. 1000 kadar Türk’ü büyük vahşetle öldürdüler. 39 gün
süren ayaklanmada asiler tamamen ezildi ve isyan söndürüldü. 4500 asi öldü. Bu
haber Avrupa basınına ,Türkler’in on binlerce Hristiyan’ı öldürdükleri ve
yüzlerce Bulgar köyünü yerle bir ettikleri şeklinde yansıtıldı.Bu da dış
devletler tarafından zaten prestijini kaybetmiş olan Osmanlı’nın daha zor günler geçirmesine sebep oldu. Dehşetli bir Anti-Türk propaganda bütün Avrupa’yı
sardı. Kuzey Amerika basınına sıçradı. 06 Mayıs 1876’da Selanik’teki Almanya
konsolosu ile Fransız konsolosunun linç edilmeleri, durumu büsbütün
gerginleştirdi. Bir Rus-Yunan komplosu olan bu olay kasten çıkarılmış ve
Türkler’i, Avrupa kamuoyunda mahkûm etmek, Avrupa’dan soyutlamak gayesi
güdülmüştü. O zamanki diplomasi, tamamen bir prestij diplomasisi idi. Herhangi
bir diplomat hakarete uğradı diye, koca devletler münasebet keser, hatta savaşa
başlarlardı. Bab-ı Ali, meseleyi kapatmak için, konsolosları öldürenlerin
altısını astırdı ve Selanik valisi Baytar Mehmed Re’fet Paşa’yı azletti. (Öztuna,
2010: 34-35
Medrese
Talebelerinin Ayaklanması
1876 Darbesi’ne giden yol iyice yaklaşırken darbeci
paşalar artık son hamlelerini yapmak üzere medrese talebelerini sadrazam Mahmud
Nedim Paşa’nın azledilmesi hususunda para ile teşvik etmişlerdi. 11 Mayıs 1876 günü Fatih, Beyazıt ve Süleymaniye
medreselerindeki talebeler derslerini paydos ederek ayaklandılar ve
maksatlarını şöyle ifade ettiler: “Devlet ve memleketin hukuk ve istiklali çiğnendiği
bir zamanda derslerle uğraşmak hamiyet ve diyanet şiarı değildir.” Sultan Aziz’in ordu ve donanma siyaseti de
İngiltere’yi ürkütmüştü. Bir konuşma esnasında İngiltere büyükelçisi bu
donanmanın yersiz ve lüzumsuz olduğunu belirtmiş ve endişelerini dile
getirmişti.
Bu sebepledir ki, Sultan Aziz’in tahtan
indirilmesini müspet karşılayacağını vaktiyle Londra gezisi sırasında
İngiltere, Hüseyin Avni Paşaya bildirdiği gibi, 1867’den beri İstanbul’da
büyükelçi bulunan Sir Henry Elliot’da bu hususta Avni ve Midhat Paşalarla karışık
münasebetlere girişmişti. (Alpgüvenç,2011:81)
EYLEMİN KİŞİLERİ
Hüseyin Avni Paşa
Hüseyin Avni Paşa 1876 Darbesi
gerçekleştiğinde seraskerlik görevide bulunuyordu. Yani ordunun bir numaralı
ismi olarak kabinede görev alıyordu. Darbenin mimarı ve planlayıcısı olan bu
şahsı böylesine dramatik bir olaya
götüren sebepler başta intikam hırsından kaynaklanıyordu.
Cuma Selamlığı denen mühim bir
imparatorluk töreninde 1. Ordu Kumandanı sıfatıyla Hüseyin Avni Paşa diğer
bütün devlet adamları gibi padişah Sultan Abdülaziz’e refakat ediyordu. Böyle
bir törende Hüseyin Avni Paşa Sultan Abdülaziz’ in kapıda bekleyen eşlerinden
bir Kadın ,Efendi’ye sözle sarkıntılık etti.
Bu hareketi karşısında cezasını çeken Avni Paşa,Sultan Abdülaziz’in onun
cezasını çektiğine kanaat etmesinin üstüne yeniden devletin en yüksek
kademelerine geldi.Yaşanılan olayın daha büyük
kitlelerce duyulması üzerine Avni Paşa 1. Ordu Kumandanlığından
alındı.14 ay hiçbir görev verilmedi ancak maaşı verilmeye devam edildi.Görevden
alınmalarını sindiremeyen Avni Paşa hastalığını bahane ederek Avrupa’ya gitti
ve Abdülaziz’i tahttan indirmek hakkındaki fikirlerini İngilizlerle
paylaştı.İngilizlerden bu konuda onayı alınca türlü oyun ve entrikalarla akıl
almaz bir şekilde padişahın gözüne yeniden girmeyi başararak seraskerlik görevine
geldi. Hüseyin Avni Paşa gözünü bürüyen büyük intikam ateşiyle haince planlar
kurarak Osmanlı’nın kanını emmek isteyen düşman birliklerine bu emellerini
gerçekleştirmek için kapı aralamış bu yolda kendine yoldaş olarak da Midhat
Paşa’yı seçmiştir.
Midhat Paşa
Baştan beri Avrupa hayranlığı
besleyen Midhat Paşa meşruti rejimin gelmesi için her yolu denedi ve bu hususta
Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi fikrini Avni Paşa’ya
anlatmıştır.Yanlarına Jön Türkler’i de alan Midhat Paşa için darbeye giden yol
Hüseyin Avni Paşa’nın da destekleriyle kolay ve ulaşılır bil hal almıştı.
Mütercim Rüştü Paşa
Eylemin bu 3 numaralı adamı çok tecrübeli bir devlet
adamı olmasına rağmen son derece ürkek ve korkak bir yapısı vardı. Kıdemi
bakımından ölünceye kadar sadarette bırakılacağını ümit ediyordu. Eylem
gerçekleştiğinde hali hazırda sadrazamlık görevi gibi çok mühim bir görevi yürütüyordu.
Tecrübesine dayanarak biliyordu ki, Osmanlı Devleti’nin dağılması için
meşrutiyetin gelmesinin yeterliydi.
Buların dışında Şeyhülislam
Hayrullah Efendi, Süleyman Paşa,Kayserili Ahmed Paşa da darbenin
gerçekleşmesinde büyük önem taşıyan isimlerdendi.
1876
DARBESİ GERÇEKLEŞİYOR
Darbe
31 Mayıs 1876 tarihinde yapılacaktı. Veliaht Murad Efendi, askerin gelip
kendisini dışarı çıkarmasını emretti. Darbe başarı kazanmazsa, amcasına karşı
masum olduğunu iddia edecekti. Ancak Süleyman Paşa’nın Hüseyin Avni Paşa ile
görüşmesi neticesinde darbenin bir gün öncesine, 30 Mayıs sabahına alınması,
veliahda haber verilemedi veya ihmal edildi. Hüseyin Avni, Midhat ve Rüşdü
Paşalarla Hayrullah Efendi, darbenin öğle vakti yapılmasında çok ısrar ettiler.
Çünkü o sırada dördü de kabine toplantısında, Bab- ı Ali’de bulunacaklardı.
Darbe başarılamadığı takdirde, suçu Süleyman Paşa ile Harbiye öğrencilerinin
üzerine atıp kendi şahıslarını sigortalamak istiyorlardı. Süleyman Paşa bunu fark
etti mi bilinmez eylemin sabaha karşı gerçekleştirilmesi gerektiğini bildirdi.
Süleyman Paşa, 300 Harbiye talebesi ve Türkçe bilmeyip İstanbul’a yeni gelen
Suriyeli Arap bölükleri ile Dolmabahçe Sarayına geldi. Bunlara, düşmanlara
karşı padişahı korumak için Saray’ın muhasara edileceği söylenmişti. (Öztuna,
2010: 47)
Darbe
esnasında herhangi bir öldürme olayı olur resmi rapor gerekirse herkesten önce
müdahale etmek gerekebilirdi. Nitekim darbe gerçekleşmiş ve Sultan Abdülaziz
tahtından indirilmişti. Daha sarayda iken Sultan Murad’ın cülus toplarının
seslerini işitmiş ve kaderine razı olarak, darbeyi bizzat gerçekleştiren
Süleyman Paşa’ya refakat ederek kayıklara binmeye doğru yol almıştır.
30 Mayıs 1876 yılında gerçekleştirilen
bu darbe şimdi şeyhülislamın fetvası ile halka duyurulacak ve yeni padişah ilan
edilecekti.Bu noktada da Şeyhülislam Hayrullah Efendi’nin bu darbedeki önemi
artmaktadır.Şeyhülislam Hayrullah Efendi elindeki gücün ne denli büyük
olduğunun farkındaydı. Türk halkı dinine fazlası ile bağlıydı ve bu
bağlılıkları kötü emelleri olan kişiler tarafından kullanılabilecek kadar saf
ve gerçek bir bağlılıktı Nitekim öyle de oldu.
Tahttan indirilme olayı
gerçekleştikten hemen sonra Hayrullah
Efendi şu fetvayı yayımlar: “Emirülmü’minin olan zeyd muhtellişşu’ur ve umur-ı
siyasiyyeden bibehre olup emval-i miriyyeyi mülk-ü milletin takat ve tahammül
edemeyeceği mertebe masarif-i nefsaniyyesine hasr ve umur-ı diniyye ve dünyeviyyeyi
ihlal-ü teşviş ve mülk-ü milleti tahrib idüp bekası mülk-ü millet hakkında
muzirr olsa hal’i lazım olur mu? Elcevab olur. (Uzunçarşılı, 1944: 360)
Bu fetvanın Türkçe karşılığı ise
:
“Halife
olan kişi, deli ve politikadan anlamaz olup, devlet hazinesini milletin takat
ve tahammül edemeyeceği mertebede şahsi masraflarına sarf etmekte, din ve dünya
işlerini karıştırmakta yani dinden sapmakla makamında kalmış olsa,tahttan
indirilmesi lazım olur mu? Cenab-ı Hakk bilir ki,OLUR.”
V. MURAD’IN CÜLUSU
V.
Murad biat için saraya getirildi. Darbe gizli yapıldığından nazırların birçoğu
bu törene gelemedi. Her Osmanoğlu padişahının tahta çıkarken oturduğu Bayram
Tahtı bu hengâmede getirilememiş ve yeni padişah bir ilki yaşayarak
seraskerliğin en lüks koltuğu getirtilerek oturmuştur. Bu sırada Abdülaziz Han
ve ailesi Dolmabahçe’den çıkartılıp kayıklara bindirilirken üzerlerine hiçbir
şey almamaları tembih edilmiş, onlarda öyle yapmışlardı. Hanedan üyeleri
sarayı boşalttıktan sonra maalesef Osmanlı devlet tarihinde yüz kızartıcı diye
nitelenen olay yaşanmış, darbeciler sarayın hazinesini, bir başka deyişle
Osmanlı Devletinin parasını, altınlarını yağmalamışlardır.
Sultan ve ailesi kayıklarla Topkapı
Sarayı’na nakledilmiş, Abdülaziz’e de amcası Sultan 3. Selim’in odası
ayrılmıştır ki bu durum çok farklı anlamlar içermektedir. Çünkü 3. Selim
tahtından indirildikten sonra bu odada şehit edilmiştir.
Sultan Abdülaziz, dairesine yerleşir
yerleşmez V. Murad’a hitaben bir mektup yazar ve suikasta uğrayacağına dair
şüphelerinin olduğunu kendisinin ve ailesinin Feriye Sarayına naklini ister ve
akabinde bu nakil gerçekleşir.
SULTAN ABDÜLAZİZ’İN KANLI GÖMLEĞİ:
ÖLDÜRÜLDÜ MÜ, İNTİHAR MI ETTİ?
O sabah Abdülaziz abdest alarak sabah namazına
durmak amacıyla odasından dışarı çıktı. Daha sonra sarayda görevli Fahri Bey
ile karşılaşıp selamlaştıktan sonra odasına dönüp sakalını düzeltmek için bir
ayna ve makas istediğini iletti. Saraydaki diğer nöbetçiler eski Sultanı
kontrol ettikten sonra durumu Valide Sultan’a bildirdiler. Valide Sultan durumu
kendi gözleri ile görmek için Abdülaziz’in yanına giderken kapının içeriden
kitlendiğini ve bir takım iniltiler işittiler. Kapı kırılıp içeri girildiğinde
manzara gerçekten feciydi. Abdülaziz kolu sıvalı, başı açık olarak odanın yan
minderi üzerinde yan tarafına yatmıştı. İki bileklerinden de kanlar fışkırıyor
ve son nefesini vermek üzereydi. Ve o trajik simge olan kanlı gömlek annesi
Pertevniyal Valide Sultan’ın tam karşısındaydı. Abdülaziz’in yanı başında
rahlenin üzerinde sayfası açık biçimde Kur’an-ı Kerim duruyor, Nur Suresi’nin
şu mealdeki 35.ayeti fark ediliyordu: “Allah, göklerin ve yerin Nur’udur.
O’nun nurunun örneği içinde çerağ
bulunan bir kandile benzer. Kandil bir sırça içerisindedir. Sırça, inciden bir
yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispeti olmayan bereketli bir zeytin
ağacından yakılır. Bu ağacın yağı, neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar.
Nur üzerinde nurdur o. Allah dilediğini kendi nuruna kılavuzlar. Allah,
insanlara örnekler verir, Allah her şeyi bilmektedir.”
Cenazenin
otopsisi yapılması için Dr. Marko Paşa olay yerine gelen ilk doktorlardandır.
Detaylı bir inceleme yapılmadan Hüseyin Avni Paşa’nın isteği doğrultusunda bir
rapor hazırlanır. Raporda imzası olan 19 doktordan yalnızca bir kaçı
Abdülaziz’in kesik bileklerini inceleme fırsatı bulduğu söylenebilir. Cenazeyi
görmeden rapora imza atmayan bazı doktorların, Serasker Hüseyin Avni Paşa
tarafından rütbelerinin söküldüğü belgelerle sabittir. Rapor birçok açıdan
yanlışlıklarla dolu olmasına rağmen, kesinlik belirten bir intihar vakası
olduğuna dair bir cümle de yer almamıştır. Birçok adli tıp uzmanı bir kişinin
iki bileğini kesme ihtimalinin olmadığı görüşünde birleşmiştir.
II.
Abdülhamid döneminde kurulan Yıldız Mahkemesi sorgularında ve sonuçlarında bu
vakanın intihar vakası olmadığı, aksine bizzat cinayet olduğu ispatlanmıştır.
Feriye sarayında göreve başlayan üç bahçıvan Cezayirli Mustafa Pehlivan,
Yozgatlı Pehlivan Mustafa Çavuş ve Boyabatlı Hacı Mehmed Pehlivan Çavuş Hüseyin
Avni Paşa tarafından görevlendirilmişler ve Sultan Abdülaziz’in katilleri
olduğu mahkeme kararlarıyla sabitlenmiştir.
Gelgelelim
bir başka hususta Sultan Abdülaziz’in çıplak bedenini görebilen Sultan Ahmed
Camii vaizi ve başimamı Ömer Efendidir. Ömer Efendi padişahın cenazesini
yıkamış ve Abdülaziz’in kalbi üzerinde mor ve büyük bir leke olduğunu yeminle
beyan etmiştir. Mahkemede teşhir edilen padişahın hırkasının kalbin üzerine
isabet eden kısmındaki delik ise meseleyi daha da ciddi bir konuma getirmiştir.
İşte bu ifade olayın cinayet olduğu şüphesini daha da kuvvetlendirmiştir.
Hakikatin üstü kapatılmak istense de cinayette yapılan hatalar gerçeği ortaya
dökmüş,bu olayın bir darbeninde ötesinde haince planlanmış bir cinayet olduğu
yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkmıştır.
ÇERKEZ HASAN OLAYI
Sultan Abdülaziz ve ailesi saraydan kayıklarla
Topkapı sarayına götürülürken padişahın hanımlarından Neş’erek Kadın-
Efendi’nin omzundaki şal da çekilmiş ve geri verilmemişti. Sağanak yağmurlu bir
havada bu muameleye maruz kalan Neş’erek Kadın – Efendi, daha sonra
rahatsızlanarak Abdülaziz’den bir hafta sonra vefat etmiştir.
Sultan
Abdülaziz’in tahttan indirilmesi, ardından katledilmesi ve Neş’erek Kadın-
Efendi’nin vefatı bir kişide dönülmez intikam hislerinin oluşmasına neden
olmuştu. Bu kişi aynı zamanda Abdülaziz’in kayın biraderi olan Neş’erek
Sultan’ın kardeşi Çerkez Hasan Bey’dir. Bu olaylara sebep olan darbeci paşalar
ve diğer askerlere karşı intikam duygusuyla 15 Haziran 1876 günü Midhat
Paşa’nın konağını basmaya karar verir. Midhat Paşa konağının üst salonunda
toplantı halindeydi. Konak serasker dairesinden getirilen zabitler tarafından
korunuyordu. Toplantıya Hariciye Nazırı Raşid Paşa ve Serasker Hüseyin Avni
Paşa başta olmak üzere, sadrazam Mütercim Rüştü Paşa, Bahriye Nazırı Kayserili
Ahmed Paşa ve Şura-ı Devlet Reisi Midhat Paşa başta olmak üzere toplam 13 kişi
katılmıştı. Konağa silahla baskın yapan Çerkez Hasan, Hüseyin Avni Paşa ve
Raşid Paşa olmak üzere 5 kişiyi öldürmüş 10 a yakın kişiyi de yaralamıştır.
Yakalanmasından sonra başındaki yarayı tedavi için gelen hekimi kabul etmemiş,
“beni ya asacaklar ya da kurşuna dizecekleri, tedavinin maksadı yoktur.” diyerek
geri çevirmiştir. 17 Haziran 1876 günü sabah namazından sonra Bayezid
Meydanındaki Serasker kapısının önündeki dut ağacına asılarak idam edilmiştir.
(Salar, 2012: 19-26)
SONUÇ
Ben
bütün bu yaşanmışlıklarda şu sonucu çıkardım:
Edindiğim bilgiler sonucunda bir devletin
zirveye çıkması çileli ve zahmetlerle dolu olup düşüşüde bir o kadar kolay ve
acı olmuştur.Gariptir ki bu düşüşe sebep olan dış güçlerden çok, en fazla güvenilenilen ve inanılanlardan gelen
darbeler etkili olmuştur. Sanırım devlet yönetimi duygusal zaafları
kaldırmıyor.Kişiler ikbal , iktidar ve intikam uğruna en yakın olduklarına bile
zarar verebiliyor. Görülüyor ki devletin en üst kademesinde olan ve en güçlü
olması beklenen padişahların da zaafları ve zayıf noktaları olabiliyor. Devleti
yöneten kişiler ne kadar güçlü ve akıllı olurlarsa olsunlar yaşanılacak olan
yine yaşanılacaktır. Abdülaziz devletin kötü gidişatına bir son vermek için
önemli adımlar atmış olsa da güvenin ve sevgisinin bir kurbanı olmuş ve haince
öldürülmüştür. Halife olan bir Osmanlı padişahının intihar ettiği gibi ağır ve
acizce bir ithamla karşı karşıya kalmıştır. Belki de insan kendisine verilen
zararı uzaklarda ve düşman olarak görülenlere aramaktansa en yakınında
aramalıdır.Çünkü düşman zaten kartlarını açık oynar ve verebildiği
zararları kendisinin verdiğinin görülmesini ister.Nitekim Hüseyin Avni Paşa’da
İngiltere’den yardım istemiştir.Çünkü İngiltere zaten düşman devletlerdendir.
Düşmanın düşmanlık yapmasından daha normal bir şey yoktur.Ona karşı önlem
alınabilirdi.Ancak en yakınından gelebilecek bir darbe ihtimaline karşı bir
önlem alınamaz. Nitekim Hüseyin Avni Paşa’da dostluk vasfını kullanarak bu
planını devreye sokabilmiştir.
Ancak gün gelir mazlumun hakkı mazluma
verilir.Yapılan araştırma ve testler sonucunda Hüseyin Avni Paşa tarihin tozlu
sayfalarında bir hain ve padişah katili olarak yazıldı.Abdülaziz ise sağ kolu
tarafından haince öldürülen devletine ve milletine yararlı işler yapmak isteyen
ve bu uğurda savaşan bir Osmanlı Padişah’ı olarak yazıldı. Yine görülüyorki
ilahi adalet tecelli ediyor ve Hüseyin Avni Paşa elde ettiği sözde zaferini kutluyamadan
Çerez Hasan tarafından öldürülüyor. İntikam uğruna çıktığı bu kanlı yolda hem
devletin istikbalini değiştirecek bir Osmanlı Padişahını hem de kendi hayatını kaybediyor. Kirli duygularla çıkılan yollarda
başarı elde edilemeyeceğinin en önemli kanıtır Hüseyin Avni.
KAYNAKÇA
1- Erciyes Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Avrasya Araştırmaları Yüksek Lisans (Rusça)- Çağrı
ALAGÖZ
2- “Abdülaziz”Başlıklı Makale-
Ankara Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr.Nihat KARAER
3- Darbe Kurbanı Abdülaziz Han –Ziya
Nur AKSUN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder