26 Nisan 2019 Cuma


                1876 DARBESİ VE SULTAN ABDÜLAZİZ’İN TAHTTAN İNDİRİLMESİ
                                                                                                     Zeynep Şeyda Geldi/ 11-A /67
                                                                         GİRİŞ
            Abdülazîz Han, Osmanlı Devleti’nin, atılım yapması için yollar arayan ve çevresindekileri                           bu doğrultuda zorlayan son pâdişahtır. Ondan sonrakiler var olanı  mümkün mertebe muhafaza edebilmek, çökerken imkân çerçevesinde bir şeyler kurtarabilmek için gayret göstermişlerdir. Bu niteliğiyle Sultan Azîz, bugünkü nesillerin hafızalarından saklanmış, pehlivanlığı, kaba sabalığı, müsrifliği hakkındaki bir takım münasebetsiz propaganda yakıştırmalarıyla “karartılmış” azîz bir mağdurumuzdur… Halbuki onun 15 yıllık hükümdarlığı, eğitimden orduya, hukukî çabalardan mimarîye, sanayi ve ticarî konulardan ulaşıma kadar bir çok alanda kökümüzle ilişkili kurumların kurulması ve köklü kurumsallaşma çalışmalarıyla geçmiştir. Bu gidişle onun yabancı himayesini kıracağından, milletimizi tekrar güçlendireceğinden korkanlar tarafından da endişeyle takip edilmiştir. Nitekim, yabancıya kul olan, benliği yabancı hayranlığıyla beslenen, yabancı “üfürüğüyle” coşup hareketlenen uğursuz bir cuntanın gerçekleştirdiği, dış destekli bir darbe ile tahtından indirilmiş ve                 âdî bir cinâyetle katledilmiştir.Bu konuyu seçmemdeki en önemli etken”15 Temmuz Darbe Girişimi”ne şahit olmak ve bir millet olarak bunun etkilerini yaşamış olmaktı.Darbelerin tarihteki seyrini devlet ve millete etkilerini derinlemesine incelemek istedim.Abdülaziz’i seçmemin sebebi ise büyük bir devletin son demlerinde yaşanmış olan buhranları göstermesiydi.Aynı zamanda devletin en yüksek makamında bulunan Hüseyin Avni Paşa’nın böylesine riskli ve bir yandan da cesaret isteyen bu haince olayı gerçekleştirme gayesi gütmesindeki derin nefretin sebebini ve kininni de öğrenmek istedim.Sonuçta devletin en yüksek makamı olan sadrazamlık görevini terk etme hatta yaptığı planın ters tepme ve canından bile olma ihtimali varken böylesi bir olaya yeltenmesindeki sebepleride öğrenmek istedim.
              Hüseyin Avni Paşa eğer sadrazamlık görevine devam edip böylesi bir plana yeltenmemiş olsaydı belkide zeki ve başarılı bir sadrazam olarak tarihe geçicekti. Ancak bütün bu vasıfları bir kenara iterek, hainlikle anılmayı göze almasındaki nedeni öğrenmek istedim. Öte yandan zeki ve başarılı olan Sultan Abdülaziz’in nasıl böylesi bir oyuna geldiğini nasıl kandırıldığını ve nasıl haince bir iftiraya maruz kaldığını ,yaşanılan bu olayın altındaki derin sebepleri ve getirdiği sonucun nelere maal olduğunu ,dost olarak görülen düşman devletlerinin devletin üstüne nasıl akbaba misali saldırdıklarını ikinci yüzlerini ne miktarda gösterdiklerini ve bu olaydaki paylarını araştırmak ve performansıma konu etmek istedim.Devletin “HASTA ADAM” olarak anılması durumunun önüne kalın bir duvar örmek isteyen ve bu uğurda çeşitli mücadeleler veren ve fedakarlıklarda bulunmaya razı olan Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinin devlete ve millete ödettiği bedelleri ve geri dönüşlerini araştırmak ve öğrenmek istedim.
            Bunların dışında  son dönemlerde revaşta olan tarihi diziler ilgimi arttırdı.Bir devletin yıkılmasında dahili ve harici etkenleri merak ettim.Ölümü şaibelerle dolu olan Sultan Abdülaziz’in geçmişine kapı aralamak istedim.Daha önceki tarihi bilgilerimden, okuduğum kitaplardan ve makalelerden faydalandım. TRT’de Sultan Abdülaziz belgeselini izlemiştim araştırma konum bu olunca belgeseli yeniden izledim ve  konu hakkında daha çok bilgi birikimim olmuş oldu.
             Sultan Abdülazîz, büyük birâderi Abdülmecîd Han’ın vefâtı üzerine, Osmanoğulları hanedanının en büyük evlâdı olarak, henüz 32 yaşında tahta çıktı (25 Hazîran 1861/16 Zilhicce 1277 salı). Annesi, gâyet dindâr ve hayırsever bir kadın olarak tanınan Pertevniyâl Sultan’dı. Yeni hükümdar, itinâlı bir tahsîl görmüştü; edebî ve millî kültürü çok kuvvetliydi.
         Özel kaleminde bulunmuş olan Memduh Paşa onu “güzel yüzlü, yumuşak sözlü, mâna inceliklerini kavramada kıvrak zekâya sahip, azametli olmakla beraber nâzik tavırlı, cömert huylu bir padişah” diye nitelendirmektedir. Arapça ve Farsça’ya vâkıftı; hattâ Arap edebiyâtına dâir bir risâle dahi yazdı ki, İbnülemîn bunu Hâlis Efendi’nin kitapları arasında gördüğünü kaydetmektedir. Yazı yazma (kompozisyon) kabiliyeti kuvvetli ve çok düzgündü. Ulu ataları gibi hat’ta mahâreti vardı. Vâlidesinin Aksaray’daki câmiinde  bir hüsn-ü hat levhası mevcuttur . Kardeşinin batı müziği merakına karşı, millî mûsıkîmize bağlı idi. Bizzat güftelerini yapıp bestelediği zarîf eserleri vardır.
              Takvimler 25 Haziran 1861 gününü gösterirken, gece saat 01.00 'da Osmanlı donanması, İstanbul Boğazı'nda resmi tören geçidi yaparken delallar, yüksek sesle şunları tekrarlayarak İstanbul sokaklarında dolaşıyorlardı:
"Sultan Mahmut Han'ın oğlu, padişahımtz Sultan Abdülmecid Han öldü. Ruhu şad olsun. Halefi Sultan Mahmut Han'ın oğlu, Sultan Abdülaziz Han'dır. Tanrı onun saltanatını korusun".
             Geleneğe uyarak, ilk önce,İstanbul surlarında Muhammed’in yanında savaşırken ölen Peygamber’in, Eyüp adındaki bir sancaktarının mezarı üzerinde yapılmış olan Eyüp Camii’ne görkemli bir şekilde gitti.Dervişlerin şeyhi,ona Osman’ın kılıcını işte bu camiide kuşattırdı.Bu görev verme akdi,Sultanlığa geçiş göstergesi olarak yapılırdı.
             Abdülaziz tahta çıktığı sıralarda Osmanlı Devleti’nde ekonomi gerek malzeme alımı, gerekse dış ödemelerde hükümetin boşuna yaptığı fedakarlıklar, yıllık olarak 115 milyon liraya yükseliyordu.                                                              Gelirlerin, aşırı harcamayı karşılayamamasından dolayı, borç yükü, faizleri yüklü ödemelerle birlikte %50’yi bulan yeni borç alımlarıyla,önü alınamaz biçimde artıyordu.Borç, Abdülaziz tahta çıktığında, 450 milyona yükselmişti. Bu sırada, yıllık bütçe açığı 37 milyon 500.000 franktı. Bu açık , 75 milyon kadar olan ve Kaimenin(1) değer yitirmesinden kaynaklanan kayıpla daha da artıyordu.   
          Osmanlı Devleti’nin büyük bir ekonomi çöküşe yaklaştığı, ekonomik koruma duvarlarının yıkılmaya başladığı çok açıktı. Sıkıntı derin, tehlike yakındı. Abdülaziz, umutsuzluğa düşmedi; büyük bir hırsla, devletin kredisini uzun bir süreden beri yiyip bitiren felaketten imparatorluğu kurtarmak için bir karar aldı:200 milyonluk bir ödünç para sözleşmesi imzalayıp,yeni bir sürekli gelir tahvilini(2) kararname ile düzenliyerek,bu iki kaynaktan elde edilecek geliri,Kaimenin çekilmesine,hesap tasviyesine ve borcun önemli ölçüde azaltılmasına ayırdı. Kısa sürede piyasada tek Kaime kalmadı ve borç büyük ölçüde geri ödendi. Osmanlı Devleti’nin gerek iç gerek dış dünyadaki itibarı korundu.
                Bu kaynak artışı, hükümete, demiryolu, telgraf hatları ağı yapımını başlatma, Asya ve Avrupa’nın tüm kıyıları üzerine fenerler inşaa edilmesi olanağı sağladı. Bu gelişmeler Osmanlı Devleti’nin düştüğü gerileme batağından çıkması için önemli bir adımdı.
                 Sultan Abdülaziz aralarında oğlu Şehzade Yusuf İzzettin Efendi,Veliaht Şehzade Murad Efendi,Şehzade Hamid Efendi başta olmak üzere 56 kişiden oluşan bir heyet şeklinde Avrupa’ya seyahat etmiştir.Bu seyahat Osmanlı Devleti’nde bir ilk ve son olmuştur. Fetih ve savaş dışında Osmanlı padişahlarının ecnebi topraklarına ayak basması caiz bulunmadığından  Avrupa’ya  seyahat eden ilk ve tek Osmanlı padişahı olan Sultan Abdülaziz, bu gezi neticesinde birçok yenilik ve ilerlemeye öncülük edecek fikirler edinmiştir.
     (1)Kaime: Kaime 1843 yılında basılan ilk Osmanlı banknotu. "Yerine geçen" anlamındaki "kaim", halk diline "kayın" olarak geçmiştir. Hazine bonosu yerine de kullanılabiliyordu. 160 bin Osmanlı altını karşılığında "kâime-i mutebere" adıyla bastırılmıştır.
        (2) Tahvil:   anonim şirketlerin kaynak bulmak amacıyla ticaret ya da sermaye piyasası kanunlarına göre, itibari kıymetleri eşit ve ibareleri aynı olmak üzere çıkardıkları, vadesi bir yıldan uzun borç senedidir.            
Sultan, bu gezi neticesinde  Osmanlı’nın Batı’ya nazaran geri kaldığı bilim,sanat,teknoloji ve askeri alanlarda birçok yenilik yapmış ve birçok alanda güçlenmiştir. Bu da Sultan Abdülaziz’in batıdaki gelişmeleren geri kalmamak ve Osmanlı’yı yeniden muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak için attığı bir adımdır. Ayrıca Sultan Abdülaziz 3 Nisan 1863 senesinde Mısır’ı ,yine daha sonra padişah olacak 3 şehzade yeğeniyle birlikte ziyaret ederek ,Yavuz Sultan Selim’den sonra Mısır topraklarına ayak basan ilk Osmanlı padişahıdır.
          1876 ASERİ DARBESİ ve SULTAN ABDÜLAZİZ’İN KANLI GÖMLEĞİNE GİDEN SÜREÇ
         Zamanla her husus yerine oturmuş, Osmanlı Devleti Batı’ya karşı imajını yenilemiş, donanmasını güçlendirmiş kısacası yeniden cihan devleti olma yolunda giderken içeriden ve dışarıdan müdahalelerle tekrar boyunduruk altına alınmak istenmiştir. Bir Osmanlı padişahının kanlı gömleği trajik ve dramatik bir öge olmaktan çok daha fazlasının sonucuydu aslında. Bu sürece giden yolda devlet bürokrasisi ve sıkıntılı siyasi yapı 1871 senesinde sadrazam Ali Paşanın vefatıyla başlamış oluyordu. Maalesef bu kadar büyük bir cihan devletinin yönetilmesi kolay değildi. Güçlenen Osmanlı devleti gerek içerde, yetkileri Tanzimat’la birlikte artan hırslı ve kötü niyetli bürokrat ve paşaların ortaya çıkması ile padişahın otorite boşluğundan faydalanarak har vurup harman savurmuşular, gerekse de dışarıda güçlenen Osmanlı’nın artan düşmanları, bu paşaları kullanarak doğrudan ya da dolaylı müdahaleleriyle Osmanlı Devleti’nin eski günlerine dönmesine müsaade etmemişlerdir. Kısacası Osmanlı Devleti toparlamak için adımlar attıkça devletin bir türlü önüne geçemediği güçler Osmanlı Devlet’nin yıkılması için ellerinden geleni yapmışlardır.
                 1876 darbesi ve Sultan Abdülaziz’in kanlı gömleğine giden yolda ülkedeki siyasi istikrarsızlık ana sebeplerden biriydi. 1871 senesinden sonra, yani sadrazam Ali Paşanın vefatından sonraki 11 sene içinde 1882 senesinin sonunda tam 24 hükümet değişmiş durumdaydı.
            Bu Osmanlı Devleti’nin siyasi istikrar konusunda sıkıntılar yaşamasına ve kalkınma çalışmalarının uzun vadede geçerli yapılanmalar olmamasına ve devlet organlarının sürekli değişen hükümet yapısı yüzünden yıpranmasına sebep olmuştur.Bu 24 hükümetten en uzun süre başa kalbilen 1 yıl 6 ay ve 1 yıl 7 ay ile Hüseyin Avni Paşa ve Küçük Said Paşa hükümetidir. . (Öztuna, 2010:321)
            Padişah üzerinde çok önemli bir etkisi olan Tanzimat hükümetlerinin bu denli istikrarsız ve farklı oyunlar içinde olması Osmanlı Devleti’nin sonunu getiren bu el ‘em verici hadiseye -1876 askeri darbesi ve Sultan Abdülaziz’in öldürülmesine - giden acı olaya- zemin hazırlamıştır. Başa getirilen hiçbir hükümet dikiş tutmuyor, adeta krizin bir çığ gibi büyümesine katkıda bulunuyorlardı. Ülkeyi yönetmek bir yana makam ve mevkiinin getirdiği güçle çeşitli ahlaksızlık ve yolsuzluklara başvuruyor- lardı.
          Bu siyasi istikrarsızlıklara birde bazı meseleler ve isyanların çıkması, bu isyanların yabancı devletler tarafından kışkırtılarak Osmanlı aleyhinde kullanılması dönemin bir diğer sıkıntılı mevzularındandır. Karadağ isyanı, Sırp isyanı, Eflak-Boğdan olayları, Bosna Hersek isyanı, Bulgar isyanı, Girit isyanı, Yemen isyanı, Lübnan olayları ve Mısırdaki veraset sorunu Osmanlı Devleti’nde bazı iç karışıklıklara ve otorite kaybına yol açmıştır. Zaten ülkeyi yönetme konusunda ciddi sıkıntılar yaşayan Osmanlı hükümeti çeşitli güçler tarafından desteklenen iç karışıklıklar otoritenin iyice sarsılmasına ve yıkılma sürecinin hızlanmasına neden olmuş zaten akayta durmakta zorluk çeken  Osmanlı’nın daha da tökezlemesine neden olmuştur.
                                      

         DARBEYİ   HAZIRLAYAN   ORTAM   
                                         
           Artan Dış Borçlar
          1876 askeri darbesinden yaklaşık 8 ay önce 1845 Ekim ayında devlet bütçesinde yaklaşık 5 milyon altın açık vardı. Dış borçlar zorlukla ödenir durumdaydı. Dış borçların ödenmelerinin aksaması Osmanlı’nın yıkılması için 4 gözle bekleyen Hristiyan birliğinin işine yaramıştır.İsyanların çokluğu askerive siyasi başarısızlıklar, saray halkının savurganlığı parasal açığın kapanmasını güçleştirmiştir.
              Yabancı Devletlerin Müdahelesi
              Öte yandan Bosna – Hersek ayaklanması devam ederken, 2 Mayıs 1876’da Bulgaristan’da büyük bir isyan çıktı. Ruslar tarafından gizlice silah gönderilen 55 Bulgar köyünün erkekleri, Türk köylerini bastılar. 1000 kadar Türk’ü büyük vahşetle öldürdüler. 39 gün süren ayaklanmada asiler tamamen ezildi ve isyan söndürüldü. 4500 asi öldü. Bu haber Avrupa basınına ,Türkler’in on binlerce Hristiyan’ı öldürdükleri ve yüzlerce Bulgar köyünü yerle bir ettikleri şeklinde yansıtıldı.Bu da dış devletler tarafından zaten prestijini kaybetmiş olan Osmanlı’nın  daha zor günler geçirmesine sebep oldu. Dehşetli bir Anti-Türk propaganda bütün Avrupa’yı sardı. Kuzey Amerika basınına sıçradı. 06 Mayıs 1876’da Selanik’teki Almanya konsolosu ile Fransız konsolosunun linç edilmeleri, durumu büsbütün gerginleştirdi. Bir Rus-Yunan komplosu olan bu olay kasten çıkarılmış ve Türkler’i, Avrupa kamuoyunda mahkûm etmek, Avrupa’dan soyutlamak gayesi güdülmüştü. O zamanki diplomasi, tamamen bir prestij diplomasisi idi. Herhangi bir diplomat hakarete uğradı diye, koca devletler münasebet keser, hatta savaşa başlarlardı. Bab-ı Ali, meseleyi kapatmak için, konsolosları öldürenlerin altısını astırdı ve Selanik valisi Baytar Mehmed Re’fet Paşa’yı azletti. (Öztuna, 2010: 34-35
         Medrese Talebelerinin Ayaklanması
        1876 Darbesi’ne giden yol iyice yaklaşırken darbeci paşalar artık son hamlelerini yapmak üzere medrese talebelerini sadrazam Mahmud Nedim Paşa’nın azledilmesi hususunda para ile teşvik etmişlerdi.   11 Mayıs 1876 günü Fatih, Beyazıt ve Süleymaniye medreselerindeki talebeler derslerini paydos ederek ayaklandılar ve maksatlarını şöyle ifade ettiler: “Devlet ve memleketin hukuk ve istiklali   çiğnendiği bir zamanda derslerle uğraşmak hamiyet ve diyanet şiarı değildir.” Sultan Aziz’in ordu ve donanma siyaseti de İngiltere’yi ürkütmüştü. Bir konuşma esnasında İngiltere büyükelçisi bu donanmanın yersiz ve lüzumsuz olduğunu belirtmiş ve endişelerini dile getirmişti.
 Bu sebepledir ki, Sultan Aziz’in tahtan indirilmesini müspet karşılayacağını vaktiyle Londra gezisi sırasında İngiltere, Hüseyin Avni Paşaya bildirdiği gibi, 1867’den beri İstanbul’da büyükelçi bulunan Sir Henry Elliot’da bu hususta Avni ve Midhat Paşalarla karışık münasebetlere girişmişti. (Alpgüvenç,2011:81)
               EYLEMİN KİŞİLERİ
               Hüseyin Avni Paşa
               Hüseyin Avni Paşa 1876 Darbesi gerçekleştiğinde seraskerlik görevide bulunuyordu. Yani ordunun bir numaralı ismi olarak kabinede görev alıyordu. Darbenin mimarı ve planlayıcısı olan bu şahsı  böylesine dramatik bir olaya götüren sebepler başta intikam hırsından kaynaklanıyordu.
          Cuma Selamlığı denen mühim bir imparatorluk töreninde 1. Ordu Kumandanı sıfatıyla Hüseyin Avni Paşa diğer bütün devlet adamları gibi padişah Sultan Abdülaziz’e refakat ediyordu. Böyle bir törende Hüseyin Avni Paşa Sultan Abdülaziz’ in kapıda bekleyen eşlerinden bir Kadın ,Efendi’ye sözle sarkıntılık etti.  Bu hareketi karşısında cezasını çeken Avni Paşa,Sultan Abdülaziz’in onun cezasını çektiğine kanaat etmesinin üstüne yeniden devletin en yüksek kademelerine geldi.Yaşanılan olayın daha büyük  kitlelerce duyulması üzerine Avni Paşa 1. Ordu Kumandanlığından alındı.14 ay hiçbir görev verilmedi ancak maaşı verilmeye devam edildi.Görevden alınmalarını sindiremeyen Avni Paşa hastalığını bahane ederek Avrupa’ya gitti ve Abdülaziz’i tahttan indirmek hakkındaki fikirlerini İngilizlerle paylaştı.İngilizlerden bu konuda onayı alınca türlü oyun ve entrikalarla akıl almaz bir şekilde padişahın gözüne yeniden girmeyi başararak seraskerlik görevine geldi. Hüseyin Avni Paşa gözünü bürüyen büyük intikam ateşiyle haince planlar kurarak Osmanlı’nın kanını emmek isteyen düşman birliklerine bu emellerini gerçekleştirmek için kapı aralamış bu yolda kendine yoldaş olarak da Midhat Paşa’yı seçmiştir.
              Midhat Paşa
              Baştan beri Avrupa hayranlığı besleyen Midhat Paşa meşruti rejimin gelmesi için her yolu denedi ve bu hususta Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi fikrini Avni Paşa’ya anlatmıştır.Yanlarına Jön Türkler’i de alan Midhat Paşa için darbeye giden yol Hüseyin Avni Paşa’nın da destekleriyle kolay ve ulaşılır bil hal almıştı.
          Mütercim Rüştü Paşa
         Eylemin bu 3 numaralı adamı çok tecrübeli bir devlet adamı olmasına rağmen son derece ürkek ve korkak bir yapısı vardı. Kıdemi bakımından ölünceye kadar sadarette bırakılacağını ümit ediyordu. Eylem gerçekleştiğinde hali hazırda sadrazamlık görevi gibi çok mühim bir görevi yürütüyordu. Tecrübesine dayanarak biliyordu ki, Osmanlı Devleti’nin dağılması için meşrutiyetin gelmesinin yeterliydi.
           Buların dışında Şeyhülislam Hayrullah Efendi, Süleyman Paşa,Kayserili Ahmed Paşa da darbenin gerçekleşmesinde büyük önem taşıyan isimlerdendi.
             1876 DARBESİ GERÇEKLEŞİYOR
           Darbe 31 Mayıs 1876 tarihinde yapılacaktı. Veliaht Murad Efendi, askerin gelip kendisini dışarı çıkarmasını emretti. Darbe başarı kazanmazsa, amcasına karşı masum olduğunu iddia edecekti. Ancak Süleyman Paşa’nın Hüseyin Avni Paşa ile görüşmesi neticesinde darbenin bir gün öncesine, 30 Mayıs sabahına alınması, veliahda haber verilemedi veya ihmal edildi. Hüseyin Avni, Midhat ve Rüşdü Paşalarla Hayrullah Efendi, darbenin öğle vakti yapılmasında çok ısrar ettiler. Çünkü o sırada dördü de kabine toplantısında, Bab- ı Ali’de bulunacaklardı. Darbe başarılamadığı takdirde, suçu Süleyman Paşa ile Harbiye öğrencilerinin üzerine atıp kendi şahıslarını sigortalamak istiyorlardı. Süleyman Paşa bunu fark etti mi bilinmez eylemin sabaha karşı gerçekleştirilmesi gerektiğini bildirdi. Süleyman Paşa, 300 Harbiye talebesi ve Türkçe bilmeyip İstanbul’a yeni gelen Suriyeli Arap bölükleri ile Dolmabahçe Sarayına geldi. Bunlara, düşmanlara karşı padişahı korumak için Saray’ın muhasara edileceği söylenmişti. (Öztuna, 2010: 47)
            Darbe esnasında herhangi bir öldürme olayı olur resmi rapor gerekirse herkesten önce müdahale etmek gerekebilirdi. Nitekim darbe gerçekleşmiş ve Sultan Abdülaziz tahtından indirilmişti. Daha sarayda iken Sultan Murad’ın cülus toplarının seslerini işitmiş ve kaderine razı olarak, darbeyi bizzat gerçekleştiren Süleyman Paşa’ya refakat ederek kayıklara binmeye doğru yol almıştır.
         30 Mayıs 1876 yılında gerçekleştirilen bu darbe şimdi şeyhülislamın fetvası ile halka duyurulacak ve yeni padişah ilan edilecekti.Bu noktada da Şeyhülislam Hayrullah Efendi’nin bu darbedeki önemi artmaktadır.Şeyhülislam Hayrullah Efendi elindeki gücün ne denli büyük olduğunun farkındaydı. Türk halkı dinine fazlası ile bağlıydı ve bu bağlılıkları kötü emelleri olan kişiler tarafından kullanılabilecek kadar saf ve gerçek bir bağlılıktı Nitekim öyle de oldu.
                Tahttan indirilme olayı gerçekleştikten hemen sonra  Hayrullah Efendi şu fetvayı yayımlar: “Emirülmü’minin olan zeyd muhtellişşu’ur ve umur-ı siyasiyyeden bibehre olup emval-i miriyyeyi mülk-ü milletin takat ve tahammül edemeyeceği mertebe masarif-i nefsaniyyesine hasr ve umur-ı diniyye ve dünyeviyyeyi ihlal-ü teşviş ve mülk-ü milleti tahrib idüp bekası mülk-ü millet hakkında muzirr olsa hal’i lazım olur mu? Elcevab olur. (Uzunçarşılı, 1944: 360)
               Bu fetvanın Türkçe karşılığı ise :
“Halife olan kişi, deli ve politikadan anlamaz olup, devlet hazinesini milletin takat ve tahammül edemeyeceği mertebede şahsi masraflarına sarf etmekte, din ve dünya işlerini karıştırmakta yani dinden sapmakla makamında kalmış olsa,tahttan indirilmesi lazım olur mu? Cenab-ı Hakk bilir ki,OLUR.”
             V. MURAD’IN CÜLUSU
             V. Murad biat için saraya getirildi. Darbe gizli yapıldığından nazırların birçoğu bu törene gelemedi. Her Osmanoğlu padişahının tahta çıkarken oturduğu Bayram Tahtı bu hengâmede getirilememiş ve yeni padişah bir ilki yaşayarak seraskerliğin en lüks koltuğu getirtilerek oturmuştur. Bu sırada Abdülaziz Han ve ailesi Dolmabahçe’den çıkartılıp kayıklara bindirilirken üzerlerine hiçbir şey almamaları tembih edilmiş, onlarda öyle yapmışlardı. Hanedan üyeleri sarayı boşalttıktan sonra maalesef Osmanlı devlet tarihinde yüz kızartıcı diye nitelenen olay yaşanmış, darbeciler sarayın hazinesini, bir başka deyişle Osmanlı Devletinin parasını, altınlarını yağmalamışlardır.
          Sultan ve ailesi kayıklarla Topkapı Sarayı’na nakledilmiş, Abdülaziz’e de amcası Sultan 3. Selim’in odası ayrılmıştır ki bu durum çok farklı anlamlar içermektedir. Çünkü 3. Selim tahtından indirildikten sonra bu odada şehit edilmiştir.
         Sultan Abdülaziz, dairesine yerleşir yerleşmez V. Murad’a hitaben bir mektup yazar ve suikasta uğrayacağına dair şüphelerinin olduğunu kendisinin ve ailesinin Feriye Sarayına naklini ister ve akabinde bu nakil gerçekleşir.
          
         SULTAN ABDÜLAZİZ’İN KANLI GÖMLEĞİ: ÖLDÜRÜLDÜ MÜ, İNTİHAR MI ETTİ?
         O sabah Abdülaziz abdest alarak sabah namazına durmak amacıyla odasından dışarı çıktı. Daha sonra sarayda görevli Fahri Bey ile karşılaşıp selamlaştıktan sonra odasına dönüp sakalını düzeltmek için bir ayna ve makas istediğini iletti. Saraydaki diğer nöbetçiler eski Sultanı kontrol ettikten sonra durumu Valide Sultan’a bildirdiler. Valide Sultan durumu kendi gözleri ile görmek için Abdülaziz’in yanına giderken kapının içeriden kitlendiğini ve bir takım iniltiler işittiler. Kapı kırılıp içeri girildiğinde manzara gerçekten feciydi. Abdülaziz kolu sıvalı, başı açık olarak odanın yan minderi üzerinde yan tarafına yatmıştı. İki bileklerinden de kanlar fışkırıyor ve son nefesini vermek üzereydi. Ve o trajik simge olan kanlı gömlek annesi Pertevniyal Valide Sultan’ın tam karşısındaydı. Abdülaziz’in yanı başında rahlenin üzerinde sayfası açık biçimde Kur’an-ı Kerim duruyor, Nur Suresi’nin şu mealdeki 35.ayeti fark ediliyordu: “Allah, göklerin ve yerin Nur’udur.
           O’nun nurunun örneği içinde çerağ bulunan bir kandile benzer. Kandil bir sırça içerisindedir. Sırça, inciden bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispeti olmayan bereketli bir zeytin ağacından yakılır. Bu ağacın yağı, neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar. Nur üzerinde nurdur o. Allah dilediğini kendi nuruna kılavuzlar. Allah, insanlara örnekler verir, Allah her şeyi bilmektedir.”
          Cenazenin otopsisi yapılması için Dr. Marko Paşa olay yerine gelen ilk doktorlardandır. Detaylı bir inceleme yapılmadan Hüseyin Avni Paşa’nın isteği doğrultusunda bir rapor hazırlanır. Raporda imzası olan 19 doktordan yalnızca bir kaçı Abdülaziz’in kesik bileklerini inceleme fırsatı bulduğu söylenebilir. Cenazeyi görmeden rapora imza atmayan bazı doktorların, Serasker Hüseyin Avni Paşa tarafından rütbelerinin söküldüğü belgelerle sabittir. Rapor birçok açıdan yanlışlıklarla dolu olmasına rağmen, kesinlik belirten bir intihar vakası olduğuna dair bir cümle de yer almamıştır. Birçok adli tıp uzmanı bir kişinin iki bileğini kesme ihtimalinin olmadığı görüşünde birleşmiştir.
           II. Abdülhamid döneminde kurulan Yıldız Mahkemesi sorgularında ve sonuçlarında bu vakanın intihar vakası olmadığı, aksine bizzat cinayet olduğu ispatlanmıştır. Feriye sarayında göreve başlayan üç bahçıvan Cezayirli Mustafa Pehlivan, Yozgatlı Pehlivan Mustafa Çavuş ve Boyabatlı Hacı Mehmed Pehlivan Çavuş Hüseyin Avni Paşa tarafından görevlendirilmişler ve Sultan Abdülaziz’in katilleri olduğu mahkeme kararlarıyla sabitlenmiştir.
           Gelgelelim bir başka hususta Sultan Abdülaziz’in çıplak bedenini görebilen Sultan Ahmed Camii vaizi ve başimamı Ömer Efendidir. Ömer Efendi padişahın cenazesini yıkamış ve Abdülaziz’in kalbi üzerinde mor ve büyük bir leke olduğunu yeminle beyan etmiştir. Mahkemede teşhir edilen padişahın hırkasının kalbin üzerine isabet eden kısmındaki delik ise meseleyi daha da ciddi bir konuma getirmiştir. İşte bu ifade olayın cinayet olduğu şüphesini daha da kuvvetlendirmiştir. Hakikatin üstü kapatılmak istense de cinayette yapılan hatalar gerçeği ortaya dökmüş,bu olayın bir darbeninde ötesinde haince planlanmış bir cinayet olduğu yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkmıştır.
             
          ÇERKEZ HASAN  OLAYI
        Sultan Abdülaziz ve ailesi saraydan kayıklarla Topkapı sarayına götürülürken padişahın hanımlarından Neş’erek Kadın- Efendi’nin omzundaki şal da çekilmiş ve geri verilmemişti. Sağanak yağmurlu bir havada bu muameleye maruz kalan Neş’erek Kadın – Efendi, daha sonra rahatsızlanarak Abdülaziz’den bir hafta sonra vefat etmiştir.
         Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi, ardından katledilmesi ve Neş’erek Kadın- Efendi’nin vefatı bir kişide dönülmez intikam hislerinin oluşmasına neden olmuştu. Bu kişi aynı zamanda Abdülaziz’in kayın biraderi olan Neş’erek Sultan’ın kardeşi Çerkez Hasan Bey’dir. Bu olaylara sebep olan darbeci paşalar ve diğer askerlere karşı intikam duygusuyla 15 Haziran 1876 günü Midhat Paşa’nın konağını basmaya karar verir. Midhat Paşa konağının üst salonunda toplantı halindeydi. Konak serasker dairesinden getirilen zabitler tarafından korunuyordu. Toplantıya Hariciye Nazırı Raşid Paşa ve Serasker Hüseyin Avni Paşa başta olmak üzere, sadrazam Mütercim Rüştü Paşa, Bahriye Nazırı Kayserili Ahmed Paşa ve Şura-ı Devlet Reisi Midhat Paşa başta olmak üzere toplam 13 kişi katılmıştı. Konağa silahla baskın yapan Çerkez Hasan, Hüseyin Avni Paşa ve Raşid Paşa olmak üzere 5 kişiyi öldürmüş 10 a yakın kişiyi de yaralamıştır. Yakalanmasından sonra başındaki yarayı tedavi için gelen hekimi kabul etmemiş, “beni ya asacaklar ya da kurşuna dizecekleri, tedavinin maksadı yoktur.” diyerek geri çevirmiştir. 17 Haziran 1876 günü sabah namazından sonra Bayezid Meydanındaki Serasker kapısının önündeki dut ağacına asılarak idam edilmiştir. (Salar, 2012: 19-26)           
                                                         SONUÇ
          Ben bütün bu yaşanmışlıklarda şu sonucu çıkardım:
            Edindiğim bilgiler sonucunda bir devletin zirveye çıkması çileli ve zahmetlerle dolu olup düşüşüde bir o kadar kolay ve acı olmuştur.Gariptir ki bu düşüşe sebep olan dış güçlerden çok, en  fazla güvenilenilen ve inanılanlardan gelen darbeler etkili olmuştur. Sanırım devlet yönetimi duygusal zaafları kaldırmıyor.Kişiler ikbal , iktidar ve intikam uğruna en yakın olduklarına bile zarar verebiliyor. Görülüyor ki devletin en üst kademesinde olan ve en güçlü olması beklenen padişahların da zaafları ve zayıf noktaları olabiliyor. Devleti yöneten kişiler ne kadar güçlü ve akıllı olurlarsa olsunlar yaşanılacak olan yine yaşanılacaktır. Abdülaziz devletin kötü gidişatına bir son vermek için önemli adımlar atmış olsa da güvenin ve sevgisinin bir kurbanı olmuş ve haince öldürülmüştür. Halife olan bir Osmanlı padişahının intihar ettiği gibi ağır ve acizce bir ithamla karşı karşıya kalmıştır. Belki de insan kendisine verilen zararı uzaklarda ve düşman olarak görülenlere aramaktansa  en yakınında  aramalıdır.Çünkü düşman zaten kartlarını açık oynar ve verebildiği zararları kendisinin verdiğinin görülmesini ister.Nitekim Hüseyin Avni Paşa’da İngiltere’den yardım istemiştir.Çünkü İngiltere zaten düşman devletlerdendir. Düşmanın düşmanlık yapmasından daha normal bir şey yoktur.Ona karşı önlem alınabilirdi.Ancak en yakınından gelebilecek bir darbe ihtimaline karşı bir önlem alınamaz. Nitekim Hüseyin Avni Paşa’da dostluk vasfını kullanarak bu planını devreye sokabilmiştir.
        Ancak gün gelir mazlumun hakkı mazluma verilir.Yapılan araştırma ve testler sonucunda Hüseyin Avni Paşa tarihin tozlu sayfalarında bir hain ve padişah katili olarak yazıldı.Abdülaziz ise sağ kolu tarafından haince öldürülen devletine ve milletine yararlı işler yapmak isteyen ve bu uğurda savaşan bir Osmanlı Padişah’ı olarak yazıldı. Yine görülüyorki ilahi adalet tecelli ediyor ve Hüseyin Avni Paşa elde ettiği sözde zaferini kutluyamadan Çerez Hasan tarafından öldürülüyor. İntikam uğruna çıktığı bu kanlı yolda hem devletin istikbalini değiştirecek bir Osmanlı Padişahını hem de kendi hayatını  kaybediyor. Kirli duygularla çıkılan yollarda başarı elde edilemeyeceğinin en önemli kanıtır Hüseyin Avni.
             
 KAYNAKÇA
1-   Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Avrasya Araştırmaları Yüksek Lisans (Rusça)-             Çağrı ALAGÖZ
2-   “Abdülaziz”Başlıklı Makale- Ankara Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr.Nihat KARAER
3-   Darbe Kurbanı Abdülaziz Han –Ziya Nur AKSUN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder