BEKTAŞİLİĞİN
OSMANLI DEVLETİ’NE VE YENİÇERİ
OCAĞI’NA ETKİLERİ
Cansu Nur/ŞABKAL/11-A
Yeniçeri
Ocağı, Osmanlı Devleti’nin cihana adaletle hükmetmesinin en büyük araçlarından
biridir. Ve yine devşirme usulü ile oluşturulan bu askerler aslında Osmanlı
Devleti’ne bir güvendir. İslam ile şereflenen gayrimüslim tebaanın bir
hizmetidir.
Anadolu'da
İslam’ın bir nurlu nişanesi olan tekkelerin, dergâhların ve tekke erbâblarının Osmanlı
Devleti'ne ve tüm Anadolu’ya İslam'ı nakış nakış işlemeleri çok mühimdir.
Anadolu’ya İslam’ı sürûr ile işleyen, Yunus’u “Bizim Yûnus” eyleyen tasavvuf
ehli; Osmanlı gibi İ’lâ-i Kelimetullah davası güden bir devletin temelleri
olmuştur. İşte bu temellerden biri de Bektaşilik’tir.
Tarih;
anlamaya, anlatmaya, araştırmaya muhtaç bir mevzudur. Dolayısıyla bizler de “Geleceğimize
yön için geçmişimizi bilmemiz gerekir.” düsturuyla yola koyulduk.
İlk olarak konumuz etrafında şekillenmiş olan
kaynakları aradık. Bu kaynaklardan anladıklarımızı idrakımız nisbetinde akıl çemberimizde
topladık. Genel olarak tümevarım yöntemi kullanarak tarihte yaşamış olduğumuz
olayları değerlendirdik ve bir sonuca bağladık. Bu sunduğumuz da anladıklarımız
ve öğrendiklerimizdir.
YENİÇERİ OCAĞI
A. Yeniçeri
Nedir?
Devşirme usulü ile eğitim verilerek asker olmak
üzere yetiştirilen kişilere denir. Devşirme usulü Osmanlı Devlet’nin fethettiği
bölgelerdeki (özellikle Rumeli ve Balkanlar) gayrimüslim çocuklardan zeki ve
yetenekli olanları Türk ailelerin çatısı altında yetiştirip asker ve yönetici sınıfı
oluşturmasıdır.[1]
B. Kuruluşuna
Dair
İlk
özel teşkilatlanma Orhan Bey zamanında yapılmıştır. Nitekim Orhan Bey İzmit’i
1338’de aldığı zaman yanında “kul
korumalar” vardır . Bu sistem birçok devlet tarafından kullanılmıştır. Mısır’da
kurulan Memlük Devleti buna örnek verilebilir. Yeniçeri Ocağı, I.
Murad döneminde vezir Çandarlı Hayrettin Paşa tarafından kurulmuştur.
Doğrudan padişaha bağlı olarak Kapıkulu Ocakları'nın piyade kısmını teşkil
etmişlerdir. Osmanlı klasik döneminde (1453-1616) devletin
en seçkin birlikleri arasında yer almışlardır.
C.
Sonlara Doğru
15. Yüzyılda
yeniçeri sayısı ciddi boyutlara ulaştı.
Önceleri savaş başına tutulan paralı askerlerden ibaret olan Yeniçeriler,
Ankara Savaşı’ndan sonra yeniden gelişime başlayan Osmanlı Devleti’nde
Sultan’ın seçilmiş kulları pozisyonuna geldiler ve iktidardaki etki oranları
artı.
Yeniçeriler nihayetinde paralı askerlerdir
ve ulusal bağları yoktur. Yevmiyeleri eksik ödendiğinde isyan
çıkarmaları, askerî güçlerini devletin aleyhine kullanmaları yeniçerileri kendi
sonlarına yaklaştırmaktaydı.
Yeniçeri
Ocağı’nda yapılan düzenli talimler aksamaya, asker olmadığı halde elinde (yeniçerilerin
aldıkları ulufeyi[2]
almak için) esame belgesi olan kişiler artmaya, “Devlet ocak içindir.” anlayışı
hakim olmaya başlamıştı. III. Selim döneminde bir alternatif olarak Nizam-ı
Cedid ordusu kurulmuştur. Nizam-ı Cedid ordusu devlet nezdinde ve halk nazarında
büyük başarılar elde etmiştir. Nizam-ı Cedid ordusunun başarılarına tahammül
edemeyen ve başka sebepleri de bahane eden Yeniçeriler Kabakçı Mustafa
İsyanı’nı başlattılar. Sultan II.
Mahmut için şartların uygun olduğu bir vakitte "Vaka-i Hayriye"
olarak anılan hâdise gerçekleştirilmiş, bir başka ifadeyle; Yeniçeri Ocağı, 17
Haziran 1826’da bütün kurumlarıyla birlikte ortadan kaldırılmıştır.
BEKTAŞİLİK
XIII. yüzyılda Kalenderîlik içinde teşekküle
başlayıp XV. yüzyılın sonlarında Hacı Bektâş-ı Velî an‘aneleri etrafında
Anadolu’da ortaya çıkan bir tarikat.[3]
“Hacı
Bektaş Veli (1209-1270), vefatından sonra büyük ün kazanan ve Anadolu’nun dinî
ve siyasi hayatında önemli etkileri olan bir Türk dervişidir. Kendisi Horasan
hükümdarı İbrahimü’s-Sani Seyyid Muhammet ile Nişaburlu âlim bir zatın kızı
Hatem (Hatun)’in oğludur.
Hacı Bektaş Veli, Hoca Ahmet Yesevi’nin
talebesi ve halifesi olan Lokman Perende’nin yanında eğitimini tamamlayarak
icazetini alıp irşat göreviyle Anadolu’ya gönderilir. Hacı Bektaş Velî
Anadolu’ya gelmeden önce hacca niyet ederek Necef, Mekke, Kudüs, Halep,
Elbistan, Sivas gibi bölgeleri dolaştıktan sonra Anadolu’ya gelir. Elbistan’da Dede
Garkın ile görüşen Hacı Bektaş Velî, kardeşi Mintaş ile birlikte Dede Garkın’ın
halifelerinden Baba İlyas ile görüşür. Kardeşi Mintaş’ın Sivas’ta
öldürülmesinden sonra Sulucakarahöyük’e Kadıncık Ana olarak bilinen
kadın dervişlerin önde gelen ismi olan Fatma Bacı’nın yanına yerleşir ve burada
bir tekke kurarak müritler yetiştirir. Müritleri arasında Abdal Musa, Ahi
Evren, Şeyh Edebali, Cemal Seyyit, Sarı İsmail, Hacım Sultan gibi isimlerin
olduğuna işaret edilmektedir.”
Hacı Bektaş Velî’nin
yetiştirmiş olduğu müridleri Anadolu’nun birçok yöresine dağılarak onun
çizgisinin toplumsal temellerini oluşturmuşlardır. Anadolu’daki hoşgörü ve
sevgiye dayalı sufi gelenek bir müddet sonra onun ismi etrafında birleşmiştir.
Hacı Bektaş Veli, Anadolu’da tasavvuf merkezli hoşgörünün, sevginin, saygının
ve muhabbetin en büyük temsilcisi olmuş ve efsaneleri dilden dile dolaşır hale
gelmiştir.”
Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından
sonra Anadolu’da kurulan birçok beylikten biri olan ve uç beyliği konumunda
olan Osmanlı Beyliğinin kurulmasına da öncülük etmiştir. Osmanlı Beyliği
Oğuzların Kayı boyundan ve Türk sûfi geleneğine mensup dervişlerin ön planda
olduğu bir beyliktir. Devletin gelişmesinde ve büyümesinde siyasi ve dinî
özellikleri olan dervişlerin (Geyikli Baba, Abdal Murat, Abdal Mehmet, Abdal
Musa vb.) payının büyük olduğu görülmüştür. Hacı Bektaşi Veli’nin Osman Gazi’ye
Elifî taç giydirdiği, kılıç kuşandırdığı ve kuşak bağladığı yönünde bilgiler
verilmektedir. Ancak Hacı Bektaş Veli’nin 1272’de vefat ettiği düşünülecek
olursa bu bilgilerin tarihî gerçeklerle örtüşmediği görülmektedir.
Hacı Bektaş
Veli’nin müridlerinden biri olan Abdal Musa, Osmanlı Beyliği’nin sınırları
içinde faaliyetlerini sürdürmüş ve Bektaşiliğin kurumsallaşmasına büyük hizmet
etmiştir.
Osmanlıların
topraklarının genişlemesi ve Anadolu’nun büyük bir bölümüne hâkim olmaları ile
birlikte Anadolu’da bulunan sufi geleneğe mensup Kalenderî, Haydarî, Vefai, Ahi gibi toplum
kesimlerinin ortak adı Bektaşi olmuştur. Sonraları bu toplum kesimleri
arasında sosyal düzene bağlı farklılıklar yaşanmıştır. (Şehirleşme ve göçebelik
gibi.) Sonuç olarak şehir Bektaşileri ve köy Bektaşileri olmak üzere iki sosyal
grup ortaya çıkmıştır. Köy Bektaşileri uzun bir süre Rafizi, Zındık, Mülhid,
Kızılbaş gibi küçük düşürücü isimlerle anılmak durumunda kalmışlardır.
YENİÇERİ OCAĞI VE BEKTAŞİLİK ARASINDAKİ
İLİŞKİ
Bektaşilik
ilk dönemde Osmanlı Devleti’nde itibar görmüştür ve yeniçeriler ile yakın bir
ilişki içindedir. Buna örnek olarak şu hadise verilebilir:
“15. yüzyılda kaleme alınan Hacı Bektaş
Velayetnamesi’ne göre; yeniçeri ordusu Osman Bey zamanında oluşturuldu. Bu
yorumun amacının devletin başından beri Bektaşi bağlarının olduğunu vurgulamak
olması muhtemeldir. Velayetnameye göre Hacı Bektaş, pek çok Anadolu beyi
arasından Osman’ı seçerek giysisinin kolunu koparıp başına börk yapar.
Börklerin uzun oluşu ve tepede kıvrılarak enseye kadar inmesi böyle açıklanır.
Osman Bey savaşta sıkışınca Hacı Bektaş
beyaz börk giyen askerlerini yardımına gönderir.”
Bektaşilik
ve Yeniçeri Ocağı arasındaki esas münasebetin I.Murad devrinde, Hacı Bektaş-i
Veli’nin oğlu yada torunu olduğu bilinen Timurtaş Dede adındaki zatın Yeniçerilere
duasıyla başladığı söylenmektedir. Yeni-Çeri kelimesindeki Yeni’nin yeni Müslüman
olmuş anlamında, Çerinin de asker anlamında olduğu birçok kaynakta geçmektedir.
Yeniçeriler
İslam’ın lezzetlerini Hacı Bektaşi Velî ile almış, onun muhabbetinden
nasiplenmiş, nefesiyle nefes almışlardır.
BEKTAŞİLİK
VE OSMANLI DEVLETİ’NDEN KOPUŞ
Osmanlı Devleti’nin
eğitimde kitabî bilgiye önem vermesi ve medresenin kurallara dayalı din
anlayışını ön plana çıkarmasıyla Alevi-Bektaşîler devlete tepki göstermiştir. Diğer
yandan devletin izlediği kültür, sosyal ve iktisadi politikaları, gücünü aldığı
iradeye yabancılaşmıştır ve Türk nüfus bundan büyük bir rahatsızlık duymaya
başlamıştır. Bu durumu bir fırsat olarak gören Şah İsmail rahatsızlıkları
lehine çevirmiştir. Bu dönemde Osmanlı Sultanı II. Beyazıt durumun farkına
varmış, Anadolu’da yaşanan bu memnuniyetsizliği giderebilme adına Bektaşi
Ocağı’nın başına Balım Sultan’ı görevlendirerek durumu lehine çevirmeye
çalışmıştır. (Balım Sultan Bektaşiliğin ikinci kurucusu olarak
nitelendirilmektedir.) Yavuz Sultan Selim, durumu ciddiye alarak
problemin çözümü için önünde ilk engel olarak gördüğü babasını iş başından
uzaklaştırmanın yolarını aramış ve başarılı olmuştur. Anadolu’da yaşayan göçebe
Türk unsuruna yapılan zulüm ile Ehl-i Beyt’e yapılan zulüm arasında ilgi kuran
Şah İsmail’in propagandaları karşısında Yavuz Sultan Selim harekete geçmiş ve
Şah İsmail’e savaş ilan etmiştir. Şah İsmail’in propagandaları Anadolu’da
büyük yankı uyandırmış ve birçok yöreden binlerce Türkmen, Şah İsmail’e destek
için onun ordusuna katılmıştır. Savaşı Osmanlı ordusu kazanmış gibi gözükse de
Anadolu’da Alevi-Bektaşî ve Sünnî çatışması net bir şekilde zuhur etmeye başlamıştır.
SONUÇ
Her millet bir “amentü” ile ortaya çıkar ve
bir dava güder. Kimisi adalet için kimisi kötülük için var olur. Fakat hepsinin
ortak noktası “Milletler de insanlar gibidir; doğarlar, gelişirler ve ölürler.”
kanununa uymak zorunda olmalarıdır. Bir son hepsini beklemektedir ama küllerden
doğmak amaçtır. Birlik beraberlik ve ortak değerler çatısında toplanmak bu
amaca giden yoldur. Bizler de kültürümüzle ve hoşgörümüzle küllerimizden
doğacağız. Yol tek, ara sokaklar çoktur ama varılacak olan “bir”dir. Birbirimizin
yollarını dikenlemeden yol üstündeki gülleri görmeliyiz.
KAYNAKÇA
7)
Hüseyin Güler,
Yeniçeri Ocağı’nın
Kaldırılması(17 Haziran 1826), Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi, Tarih
Bölümü.
8)
Hakan
Aydın, Ocak 2016, Klasik Dönem Yeniçeri Teşkilatı (1453-1617), Cumhuriyet
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü.
9)
Hamiyet
Sezer, Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılmasının Taşradaki Yansıması (1826-1827), A.
Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü.
10) Sinan Can Göksel, Aralık 2009, Osmanlı Askeri
Düzeni ve Yeniçeriler, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi.
http://devlet.com.tr/makaleler/y152-
[1]
Devşirme usulü asla bir zorlama, kişiyi doğup
büyüdüğü topraklardan ayırma değildir. Bir bölgedeki 40 hanenin 1’inden genç
alınır, evli olmamak, dul annenin çocuğu olmamak, tek çocuk olmamak şartları
göz önünde bulundurulurdu.
[2]
Osmanlı Devleti’nde kapıkulu askerlerine, saraydaki ve kimi devlet
görevlerindeki çalışanlara üç ayda bir verilen maaş.
[3]
Bkz. Bektaşilik, İslam Ansiklopedisi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder