29 Nisan 2019 Pazartesi

Avrupa'da Mimarinin Gelişimi


AVRUPA’DA MİMARİNİN GELİŞİMİ
                                                                                      Şevval Altınay
                          Şehit Adil Büyükcengiz AİHL 11-A No:53 Yıl:2018

Giriş
İlk mimari eserler Cilalı Taş Devri’nde başlamıştır. Bu döneme ait ilk kalıntılara Güneybatı Asya’da MÖ 10000, Güneydoğu Anadolu’da (Mezopotamya) ise MÖ 8000’li yıllarda rastlanmaktadır.[1] Yerleşim, buralardan giderek doğuya ve batıya yayılmıştır. Yayılan yerleşimler sonucunda Avrupa’da ilk mimari yapılar MÖ 5500’den itibaren görülmektedir. Kuzey ve Güney Amerika’da ise yerli halkın Avrupa ile olan temaslarına kadar Taş Devri etkisi görülmektedir.

            Bir toplumun gelişim sürecini izlemek için geçmişten günümüze mimari yapısına, bu yapıların şeklindeki ve malzemelerindeki değişime bakmak yeterli olacaktır. Kafamızı nereye çevirirsek çevirelim mutlaka bir mimari eser ile karşılaşırız. Bu eserler barınma ihtiyacını karşılamak için yapılmış binalarla sınırlı değildir. Bizlere bırakılmış kültürel kalıntılardır. “Mimarlık, doğa karşısında kendini savunmasız hisseden canlının, bir yere ait olma isteği ile birleşerek ortaya çıkmış bir sanattır.”[2] İnsan elinin değdiği her şey mutlaka o elden izler taşımaktadır. Sanat onu yapan kişiden, birey ise toplumdan ayrı tutulamaz.

Yaşanan buhranlı dönemler, ekonominin iyi veya kötüye gidişi, dini ya da hâkim düşünce değişikliği gibi o toplumu derinden etkileyen olaylar kaçınılmaz olarak mimarisine yansımıştır. Avrupa’da bu etki oldukça güçlü bir şekilde görülebilmektedir. En çok göze çarpan yansımalardan biri: Kilisenin halkın üzerine baskı yaptığı, skolastik düşüncenin yaygın olduğu dönemlerde yapılan ‘Gotik’ tarzı mimari eserlerdir. Bu eserler kasvetli ve karanlıktır. Bu dönemden sonra gelen Aydınlanma Çağı’yla birlikte yapıların daha aydınlık ve sade olduğu görülmektedir.

Bahsettiğim bu etkileri ve değişiklikleri Avrupa mimarisinde incelemek, Avrupa’nın şu anki sokaklarını ve hayata bakış açısını daha iyi anlamak için çeşitli kaynaklardan araştırmalar yaptım. Araştırmam süresince kütüphanedeki kitaplardan, bir süreli yayından, çeşitli internet sitelerinden ve sitelerdeki makalelerden yararlandım. Bu metni hazırlarken Avrupa’daki önemli siyasi ve sosyal değişimleri, gelişimleri araştırdım. Sebep-sonuç ilişkisi içinde daha önceden bildiğim bilgiler ile araştırma sonucu öğrendiğim bilgileri ölçerek makalemi yazdım.

1. Klasik Mimari (MÖ 5.-MS 5. Yüzyıllar Arası)
Antik Yunan’da başlayıp Roma İmparatorluk döneminin sonunu kapsamaktadır. Aynı zamanda Orta Çağ sonrasında Avrupa’ya hâkim olan kültüre de verilen addır. “Orta Çağ’ın sonunda İtalya’da başlayan Rönesans hareketinin en önemli entelektüel çabası, büyük ölçüde Hristiyanlığın belirlediği dar yaşam ve düşün alanının dışına çıkmaktı. Çözümü Antik Çağ’ın değerlerine geri dönmekte gördüler. ‘Klasik’ terimi bu yolda bir slogan halini aldı. ‘Klasik’ onlar için Avrupa’da Orta Çağ öncesindeki yaşama damgasını basmış olan Roma İmparatorluk dönemi demekti. Mimari de bu yaklaşımdan payını aldı. Mimarlar çevrelerindeki antik kalıntılardan esinlenmeye başladılar .”[3]

1.1 Antik Yunan Dönemi (MÖ 6.-MS 1. Yüzyıllar Arası)
Bu dönemin mimarı yapılarını özel kılan karakterler sütunlar, sütun başlıkları ve pedimentlerdir.[4] Tapınaklardaki sütunların tasarlandığı belli başlı ana formlar vardır. Dor, İron, Korint bu formlardan en bilinenleridir.

Bu dönemin mimarisine örnek vermek gerekirse: Sütun ve pediment özelliklerinin belirgin bir şekilde görüldüğü Xanthos’tan Nereidler Anıtı’nı verebiliriz. Bu eserde o dönemin klasik heykelleri de baş göstermektedir.

1.2 Roma İmparatorluk Dönemi (1.-5. Yüzyıllar Arası)
İmparatorluğun kurulmasıyla beraber yapıtlarda imparatorluğun gücü görülmeye başlamıştır. Bu dönemdeki yapıtların özelliği kemer ve kemerin biraz daha kalını olan tonozlara sıkça yer verilmesidir. Tonoza o kadar çok yer vermişlerdir ki iki çeşidi daha ortaya çıkmıştır: Bunlardan birincisi tünel görünümüne sahip olan beşik tonoz, bir diğeri ise iki beşik tonozun çapraz yerleştirilmesiyle oluşan çapraz tonozdur.

Geç Roma döneminde ise kubbe ve yarı kubbe yaygınlaşmıştır. O dönemdeki kubbeleri neredeyse hiçbiri bugüne ulaşamamıştır. İki tanesi hariç: Biri Roma’daki Pantheon diğeri ise İstanbul’daki Ayasofya’dır.

Bu dönemin karakteristik özelliklerini en iyi görebileceğimiz eser şu an Roma’da bulunan Karakalla Hamamı’dır.

2. Karanlık Çağ (5.-8. Yüzyıllar Arası)
MS 5.yüzyılda Batı Roma’nın yıkılmasında bütün Avrupa etkilenmiştir. Bu dönemde mimari alanda yaklaşık 100 yıllık bir duraklama yaşanmıştır. Savunmaya yönelik şato ve manastırlar dışında önemli yapıtlar yoktur.

Bu 100 yıl sonrasında Gotlar, İspanya’ya doğru uzanan bir hat üzerinde 100 yıl hâkim olmuşlardır. Burada ‘çok kemerli’ mimarı tarzı başlatmış ve yaymışlardır. O sırada İspanya’ya akınlar yapan Araplar da bu mimari tarzdan etkilenmiştir. “Bunlar hantal yapılardır. Merkeziyetçiliği önler, ibadet için çok uygun bir yapı değildir. Çünkü sürekli önünde uzun sütunları bulunur ve böylece insanları görmek zorlaşır.”[5]

3. Romanesk Mimari (10.-12. Yüzyıllar Arası)
Gotik mimarisine geçiş dönemidir. Normanlar’ın İngiltere’yi istilası ile başlayan[6] dönem, Roma İmparatorluğunun yıkılmasının ardından Avrupa’daki siyasal hareketlerin bir sonucudur. Şarlman’ın Avrupa’daki birliği tekrar oluşturması, Roma İmparatorluğuna geri dönüş ümidiyle yaptığı siyasi ve mimari çalışmalar bu dönemi etkilemiştir.

Roma İmparatorluğu’ndan kalan kemerler, yarım sütunlar görülmeye başlanmıştır. Romanesk stili 10.yy’da tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Bina cephelerini süsleyen Roma kemerleri bu dönemde daha büyük olması için kabartmaya başvurulduğu, içlerine iki ya da üç pencere yerleştirildiği görülmektedir. Geniş girişli binaların daha güvenli olması için tonoz, beşik tonoz ve çapraz tonoza geri dönülmüştür. Gotik mimarinin de parçası olan rozet veya gül pencereleri ilk kez bu dönemde kullanılmıştır.

Siyasi ve toplumsal karışıklıkların yatışmaya başladığı bu dönemde kilise en güçlü unsur olmaya başlar. Kilise binaları artık daha yüksek ve görkemli yapılmaktadır.

Bu dönemin özelliklerini görebileceğimiz eserler: Almanya’daki Wartburg Şatosu, Alsace bölgesindeki Murbach Manastır Kilisesi ve İngiltere’deki Durham Katedrali’dir.

4. Gotik Mimari (13.-14. Yüzyıl)
Romanesk döneminin ardından kilisenin daha da güç kazanmasıyla Gotik mimari dönemi başlamıştır. Bu dönem Fransa’da başlayarak Kuzey Avrupa’ya doğru yayılmıştır. Artık Roma kültüründen uzaklaşılmıştır. İtalyan sanat tarihçileri daha sonraki yıllarda yaptıkları araştırmalarında bu yapılara “Gotik” adı vereceklerdir, gotik kelimesini “barbar” anlamında kullandıklarına dair görüşler yaygındır. Bildiğimiz gibi 13. yüzyıl Avrupa’sında kilisenin etkisi artmış, krallık ve feodel beylerinin yanı sıra kilisenin de etkisi güçlü bir şekilde hissedilebilmektedir. Romanesk döneminde daha çok manastır ve kilise yapımlarına önem verilirken bu dönemde görkemli katedral yapımlarına ağırlık verilmiştir. Bu görkemlilik aslında halka baskının, kilisenin gücünün ve sarsılmazlığının bir sembolüdür. Bu dönem eserlerinin karşısındaki insanı ezen yapıları vardır.

Romanesk döneminde görülen çapraz tonoz tekniği burada daha sık görülmektedir. Duvarlar artık fazla yük taşımaktan kurtulmuştur. Sadece sütun ve çapraz kemerleri taşıyan duvarlarda pencereler yapılmaya başlanmış, renkli vitraylarla süslenmiştir. “Orta Çağ vitrayları dekoratif, öğretici ve simgeseldi. Güzel olmanın yanı sıra, Kitab-ı Mukaddes öykülerinin okuma bilmeyen bir cemaati eğitmeyi amaçlayan illüstrasyonlar olarak da ‘okunabilirdi’. Bir amaçları da atmosfer yaratmaktı.”[7] Bu bağlamda vitraylara “ışıkla resim yapma sanatı” da denilebilmektedir. Cam işçiliğinin daha sonraki dönemlerde gelişmesine rağmen bu zamanki vitrayların eşine rastlamak pek mümkün değildir.

Dönemin yapılarında fazla yük taşıyabilen sivri kemerlerin kullanılmasıyla binalar genişliğe oranla daha yüksek yapılmıştır. “Yüksek mekanların daralması ihtişam duygusunu arttıran bir faktördür.”[8] Büyük yük taşıyan kemerlerin dezavantajı yanlara doğru baskı uygulamasıdır. Mimarlar ince duvarlı Gotik binaların bu durumdan etkilenmemesi için uçan payanda[9] kullanmışlardır.

“Şu notu da ekleyebilirim ki aynı dönemde Selçuklu binalarında da sivri kemer kullanılmaktadır.   Aradaki etkileşme çok net gösterilemese de sivri kemerin İran ve Mağrip üzerinden Avrupa’ya ulaşmış olabileceği söyleniyor. Benzeri biçimde uçan payandaların Bizans binalarında 10. yüzyıldan beri kullanıldığı düşünülüyor (Mainstone). Örnekleri Ayasofya (10.yy) ve Kariye’de (12.yy) görülebilir.”[10]

Gotik kiliselerin yapısı genellikle haç şeklindedir. Bu dönemde; dikdörtgen biçiminde, iki yüksek sütunlu ve bir büyük kubbeye sahip olan bazilikalara da oldukça sık rastlanmaktadır. Bunlar Avrupa mimarisinde dönem dönem kullanılan bir çeşit kilisedir.

Dönemde kullanılan resimler ve heykellerin korkutucu bir özelliği vardır. Kullanılan yüz ifadeleri çoğunlukla üzgün, huzursuz veya kızgındır. Heykeller içine gömüktür. Gotik mimaride çoğu süslemelerin bir anlamı vardır. Bunlardan en dikkat çekici olanı ise “gargoyle”lerdir. Latin kökenli olarak bakıldığında ‘yutmak’ ve ‘gırtlak’ gibi anlamlara gelmektedir. Genellikle korkutucu hayali yaratık, hayvan ve çirkin insan suratlarından yapılan gargoylelerin asıl yapılış amacı çörtendir[11]. Bu yapılara anlamını veren bir efsane vardır. “7. yüzyılda geçen bir Orta Çağ efsanesine göre Le Gargouille adında ağzından alev fışkırtan bir ejderha her yıl Seine Nehri yakınlarındaki mağarasından çıkıp ortalığı yakıp yıkıyormuş. Rouen'li köylüler de ejderhayı yatıştırmak için bir mahkûmu kurban ediyorlarmış. Bir gün cesur bir rahip köylülere canavarın yok edilmesi karşılığında kilise yaptıracağını ve hepsini tekrar vaftiz edip günahlarından arındıracağını vaadinde bulunmuş. Köylüler büyük uğraşlar sonucunda ejderhayı yakalamışlar ve başı-boynu hariç yakmışlar. Ejderhanın başını ve boynunu da kilisenin duvarına asmışlar.”[12] Gargoylelerin olduğu yapılara örnek olarak San Juan de los Reyes Manastırı’nı (Toleda, İspanya), Notre Dame Kathedrali’ni (Paris, Fransa) verebiliriz.

Genel olarak bu dönemin karakteristik özelliklerini gördüğümüz yapılar: Paris’de Notre-Dame Katedrali, Almanya’da Köln Katedrali, Fransa’da Saint-Denis Bazilikasi’dır.

5. Rönesans Mimarisi (15.-16. Yüzyıl)
1300’lü yıllarda Avrupa zenginleşmeye başlamıştır. Bu durum ticaret şehirlerinin gelişmesi, iş adamlarının derebeylerden ve kiliseden bağımsız güçlenmesine yol açmıştır. Burjuva ve mesen sınıfının ortaya çıkmasıyla zenginleşen kesim; sanata, mimariye (özellikle katedrallere) hem maddi hem manevi destek olmuştur. İtalya, Venedik gibi şehirlerde zengin tüccar ve banker aileler kiliseden bağımsız bir şekilde gelişen sanatın ve edebiyatın koruyucuları haline gelmiştir. Sanatçılar için daha özgür bir ortam oluşmuştur. Toplumda bu gibi yeni hareketlerin ve fikirlerin oluşmaya başladığı döneme İtalyan sanatçılar ‘Erken Rönesans Dönemi’ anlamına gelen ‘quattrocento’ ismini vermişlerdir.

‘Yeniden doğuş’ anlamına gelen bu dönemin mimarileri, bu doğuşu küllerinden doğarak yapmıştır. Tarihte zaman zaman yenilikler yapabilmek adına eskiye, öze dönüşler yaşanmıştır. Şekilsel olarak eskiye dönülse de karşımıza yepyeni eserler çıkmaktadır. Örneğin bu dönemde de Klasik Yunan ve Roma mimarisinin formlarına geri dönüşler olmuştur. Kemer, kubbe, sütun ve pedimentler sık sık karşımıza çıkmaktadır.

Dönemin yapıtları Gotik mimariye göre daha sade ve aydınlıktır, insanı ezmeyen yapıya sahiptir. Dikey, uzun sütunlu yapılardansa yataylık söz konusudur. Oran, simetri ve uyum ön plandadır. Kilise mimarisinde kare ve daireler tercih edilmiştir.[13]

“Rönesans mimarisinin temellerini atanlardan biri meşhur Floransa Katedreli’nin kubbesini inşa ederek, katedralin inşasını başlamasından 130 sene sonra bitiren Filippo Brunelleschi’dir. İşin ilginç tarafı Rönesans’ın beşiği Floransa’nın sembolü olan Katedral aslında Gotik tarzda bir yapıdır; dev kubbesi, Brunelleschi’nin Gotik mimarisine hakimiyeti olmasa kolay kolay inşa edilemezdi deniyor.  Brunelleschi bir yandan da antik kalıntılarda dolaşır, çizimler ve ölçümler yapar. Gözlemlerinden hareketle Roma dönemi formlarını vurguladığı ilk bina zengin Pazzi ailesinin Floransa’da sipariş ettiği aile şapeli olur: Cappella Pazzi. Yarım daire şeklinde kemerler, tonozlar ve kubbe kullanarak inşa ettiği binanın iç mekanını klasik görünümlü pilasterler (duvara gömülmüş sütunlar) ve diğer antik süsleme elemanlarıyla zenginleştirir. Gotların yıktığı Roma imparatorluğunu eski şan ve şerefine taşıma vakti gelmiştir artık!”[14]

            Daha sonraları uygulanan Roma mimarisi evlere, özellikle de ‘palazzo’ adı verilen zengin evlerinde görülmeye başlamıştır. Burada mimarları zorlayan durum, o günün konforu ve gelişmişliğiyle geleneksel yapıları birleştirmek olmuştur. Ama Michelozzo gibi mimarlar bu ikisi arasındaki dengeyi bulmuş ve başarıyla uygulamışlardır. Yapıtlarının üzerine Roma mimari karakterlerini kabartma olarak işlemişlerdir. Bina cephelerinin sağırlığını (saydamlığını) almak için cepheyi meydana getiren taşların arasına derzler[15] açmışlardır. Bunlar bir süre sonra binayı boydan boya geçen düz hatlar haline gelmiştir.

            İlerleyen dönemlerde Rönesans anlayışı, ‘2. Henri Stili’ olarak da bilinen ‘Maniyerizm’e (1520-1580) dönüşmüştür. Maniyerzmin “içeriği ve kullanılış yerini dikkate almadan sadece kalıpları tekrarlamak”[16] anlamına gelmektedir. Bu anlayış ilk başlarda resim sanatı için kullanılmıştır. Sonrasında bu stil ile gelişen mimari yapılarda; daha serbest oranlar, daha geniş mekanlar ve mimarlara göre değişen farklı tasarımlar görülmektedir. Bu stilin ilk örneği mimar Sebastino Serlio'nun 1540’ta yaptığı Fontainebleau Sarayı’dır. Bu dönem diğer bir deyişle “Yüksek Rönesans ve Erken Barok” dönemidir.

            Rönesans mimarinin başlıca eserleri: Floransa Katedrali (Brunelleschi), Sant Andrea Kilisesi (Leon Battista Alberti), Santa Maria Delle Grazie (Donato Bramante).

6. Barok Mimari (17. Yüzyıl)
1563’te biten Papa liderliğindeki Trent Konsili’nin[17] kararları, Cizvitlerin[18] başlatmış olduğu Katolikliğin yeniden tanımlanması çalışmalarına ve öne çıkarma hareketine yardımcı olmuştur. Bunun sanata ve mimariye yansıyışı “Barok” olarak adlandırılır. Kelimenin kökeni İspanyolca “borocco (doğal inci)” kelimesinden gelmektedir. İlk olarak kiliselerde, daha sonraları saraylarda kullanılmaya başlanmıştır.

Barok stilinin başladığı İtalya’da -insanlardaki etkiyi arttırmak için- klasik öğeler daha büyük ölçekte kullanılmış ve daha çok vurgulanmıştır. Ama hala düz çizgiler, yuvarlak kemerler kullanılarak eserler verilmiştir. Daha sonra İspanya’ yayılan bu stil, asıl özelliği olan abartılmış, kıvrımlı, “C” ve “S” şeklinde çizgilerin bolca olduğu süslemelerini kazanmıştır.[19]

İngiltere’de Barok mimari tarzın en sade hali yayılmışken, Kuzey Avrupa’da en abartılı haline rastlanılabilir. En sadesinden en süslüsüne bütün Barokların ortak özelliği duvar ve tavan resimlerinin çok kullanılmış olmasıdır. Eserlerde resim, mimari ve heykeller iç içe geçmiştir. Dönemin bazı mimarları aynı zamanda heykeltıraştır. Kubbeler bu dönemde çok önemlidir, tavana çizilen resimlerle geçmişte yaşanmış çeşitli dini ya da tarihi olaylar ve cennet tasvir edilmiştir. Simetri bu dönemin vazgeçilmezidir

Bu dönemin oluşmasında etkili olan olaylar yapıtlarda kullanılan süslerin amacını da belirlemiştir. “Amaç insanları dine döndürmek, imanı alevlendirmek. Mimarlar ifade gücü yüksek bir düzenlemeye yönelir. Rönesans’ın açıklık ve yalınlık ilkesinin yerini bilinçli bir karmaşıklık alır. Katolik kilisesinin duyulara seslenen, mistik atmosfer yaratan bir mimari isteği oluşmuştur.”[20]
Barok mimarinin özelliklerini görebileceğimiz eserler: İspanya’daki Santiago del Compostela Katedrali, Fransa’daki Versailles Sarayı ve Almanya’daki Birnau Basilikası’dır

7. Rokoko Mimari (18. Yüzyılın İlk Yarısı)
“Rokoko” terimi bahçe süslemesinde kullanılan çakıl taşlarından gelmektedir. Bazı sanat tarihçiler bu dönemi Barok döneminin son aşaması ve zirvesi olarak kabul etmektedir. Barok stilinin daha sade halidir, biçimleri yumuşatılarak daha zarif bir şekilde sivil binalara uygulanmıştır. Fransa’da ilk olarak iç mimarlık be dekoratif sanatı olarak ortaya çıkmış daha sonra Avrupa’ya yayılmıştır. Önceki döneme göre daha açık renkler tercih edilmiş, çok kullanıldığında gözü yoran altın varak rengi kullanılmıştır. Bu dönemde farklı olarak kıvrımlı “C” ve “S” şekillerinin yanında deniz kabuğu motifleri de kullanılmıştır. Simetri yavaş yavaş bozulmaya başlamıştır.

“Kral 14. Louis'nin ölümünden sonra 15. Louis'nin 1715'te tahta geçmesiyle başlayan La Régence döneminde (1715-1723) saray sakinleri Versay Sarayı'ndan taşınmış ve dönemin sanat anlayışındaki değişim önce aristokratlarda, sonra da yüksek sosyetenin diğer kesimlerinde ortaya çıkmıştır. Rokoko tarzındaki eserlerin bol süslemeli ve işlemeli hatları Kral 15. Louis'nin aşırılıklarla dolu hükümdarlık yönetimiyle uyumlu olduğu düşünülmektedir.”[21]

Bu dönemde yapılmış ve başarıya ulaşmış yapılar: St Petersburg’da Kraliçe Katerina’nın Yazlık Sarayı, Münih yakınında Amalienburg Av Köşkü’nün aynalı salonu.

8. Neo-Klasik Mimari (18. Yüzyılın İkinci Yarısı-19. Yüzyılın İlk Yarısı)
Rokoko mimarisinden etkilenmiştir ama aynı zamanda bu akıma tepki olarak doğmuştur. Sadeliği ve düzeniyle öne çıkmıştır. Bu dönemde kilise, kral, aristokratlar yerine halkın zengin kesimi yükselmeye başlamıştır. Antik Yunan ve Roma mimarisine geri dönülmüştür.

“19. yüzyılda Napolyon’un düzenlemelerinden sonra, Avrupa’da devlet bürokrasisi gittikçe büyür ve bağımsız olarak kurumlaşır.  Neo-klasik, bu yeni tip kamu binaları için de çok uygun bir tarz olur.”[22]

Bu dönemin anlayışı aynı olsa da üslubu ülkeden ülkeye göre değişmiştir. Fransa’da “Ampir” tarzı, İngiltere’de “Regency” sonrasında “Georgian”, Amerika’da ise “Federal” üslup benimsenmiştir.

Dönemin yapılarına örnek vermek gerekirse: Washington’da Capitol Binası, İngiltere’de Bath’da “Georgian” üslupta teras evler.

9. Eklektik Mimari (19. Yüzyıl)
Birçok üslup ve fikrin bir araya getirilmesiyle oluşan akımdır. Tek bir mimari yapıda farklı dönemlere ait özelliklerin kullanılmıştır. En iyi örnek Saraybosna’daki şu an Güzel Sanatlar Akademisi olarak kullanılan eski Protestan kilisesidir.

10. Art Nouveau (1890-1914)
1. Dünya Savaşı başlangıcına kadar sürmüş, endüstrileşmeye tepki olarak doğmuştur. El işlerine önem veren bireyselci bir üsluptur. Endüstride kullanılan yeni malzemeler geleneksel formlara bağlı kalmadan kullanılır. Canlı renkler, kıvrımlı şekiller ve çiçek motifleri bu akımda kullanılan öğelerdir. Bu dönemde yapılan binaların çoğunluğu kendine hastır, benzerleri yoktur. Aslında Fransa’da ortaya çıkan dekoratif akımıdır. Daha sonraları dış cepheye de yansımıştır.

Bu dönemin binaları: Paris’te Castel Beranger Apartmanı, Barselona’da Casa Batllo (Antoni Gaudy) ve Budapeşte Uyglamalı Sanatlar Müzesi.

Sonuç
Bu metinde Avrupa’daki mimari gelişimler kronolojik bir şekilde sıralanmıştır. Görülüyor ki Avrupa’daki siyasi, dini, sosyal, askeri, ekonomik gibi her türlü değişiklik ve o toplumda yaşayan insanların ruh halleri mimarisine yansımıştır. Toplum dinamik bir yapı olduğundan toplumun sanatı da dinamiktir. Bir veya birkaç yüzyılda bir mimarinin değişimi bu yüzdendir. Bazıları birbirlerine tepki olarak bazılarıysa devamı olarak doğmuştur. Tepki olarak doğanlara bakıldığında tepki gösterdiği akımdan izler görülmektedir. Yani her akım, her yenilik kendinden öncesiyle var olmuştur.

Mimari sadece insanların oturacağı, uyuyacağı ya da yemek yiyeceği binalarla ilgilenmez. O insanlarla, insanların hayatlarıyla ilgilenir. Bu yüzden mimarlar birer sanatçı olarak kabul edilmektedir. Bir insan sokağa çıktığında etrafa bakarak o sokakta yaşayan toplum hakkında çoğu şeyi görüp, anlayacaktır. Bu da mimarlığın üst üste katları çıkmaktan ibaret olmadığını göstermektedir. Avrupa mimarları bunu çok iyi anlamış ve duygularını, düşüncelerini, olan düzene tepkilerini kıvrım ve çizgilerle anlatmıştır.

Bugünün Avrupa’sına bakıldığında hemen hemen her dönemden kalmış mimari yapılar görülmektedir. Tarihteki çatışmalardan doğan yapılar, bir araya gelerek günümüz Avrupası’nın güzel sokaklarını oluşturmuştur.



Kaynakça:

Kitaplar:
Katkıda bulunanlar: Caroline Bugler, Ann Kramer, Marcus Weeks, Maud Whatley, Iaın Zaczek: Sanat Kitabı, çev. Ahmet Fethi, İstanbul, Alfa, 2017
Süreli Yayınlar:
Söylenti Dergi
İnternet Siteleri:
Bezmen, Cemil: “Batı Mimari Hakkında Notlar 1”, 18.09.2017 (Çevrimiçi) https://cemilbezmen.wordpress.com/2017/09/18/bati-mimari-tarihi-hakkinda-notlar-i/, 18.12.2018
Gezimserim: “Avrupa’nın Mimari Aşamaları”, 20.09.2017 (Çevrimiçi) https://gezimserim.com/2017/09/20/avrupanin-mimari-asamalari/, 18.12.2018
Bayram, Taner: “Tuhaf, Ürkütücü, Gizemli: 36 Örneğiyle Sanat Tarihinin En Korkunç Yapıtı Gargoyleler”, 04.10.2016 (Çevrimiçi) https://onedio.com/haber/tuhaf-urkutucu-gizemli-36-ornegiyle-sanat-tarihinin-en-korkunc-yapiti-gargoyleler-733383, 19.12.2018
Avrupa Mimarisi”, 28.01.2008 (Çevrimiçi) http://www.gorselsanatlar.org/mimari/avrupa-mimarisi/, 20.12.2018
Fransız Mimarisi”, t.y. (Çevrimiçi) https://www.wikizero.com/tr/Frans%C4%B1z_mimarisi, 20.12.2018





[1] MÖ 4000’li yıllardan kalmış olan Truva Atı ile mimarlığın tarihi çağları başlamıştır.
[2] Çeçen, Ece: “Kronolojik Sırada 20.Yüzyıl Öncesi Mimari Dönem ve Üsluplar”, Söylenti Dergi, 03.08.2018
[3] Bezmen, Cemil: “Batı Mimari Hakkında Notlar 1”, 18.09.2017 (Çevrimiçi) https://cemilbezmen.wordpress.com/2017/09/18/bati-mimari-tarihi-hakkinda-notlar-i/, 18.12.2018
[4] Alınlık da denir. Bina cephelerindeki genellikle kapı üstünde bulunan üçgen şeklindeki kısımdır.
[6] Romanesk Mimari, İngiltere’de Norman Mimarisi olarak geçmektedir.
[7] Katkıda bulunanlar: Caroline Bugler, Ann Kramer, Marcus Weeks, Maud Whatley, Iaın Zaczek: Sanat Kitabı, çev. Ahmet Fethi, İstanbul, Alfa, 2017; ss. 82.
[8]  Bezmen, Cemil: a.g.e.
[9] Kubbe ve çatı ağırlığını ana duvarlara aktarmak için kubbe kasnağı ya da çatı çevresi ile dayanma ayakları arasına konulmuş destektir. Bir başka deyişle “Gotik mimarinin ‘ne yapsak da göğü daha fazla delsek’ arayışının bir sonucu olarak bulunmuş bir tekniktir.”
[10] Bezmen, Cemil: a.g.e.
[11] Çatıların çevresinde biriken yağmur sularını duvar temelinden uzağa akıtan, saçak kenarından dışa doğru uzamış oluklardır.
[12] Bayram, Taner: “Tuhaf, Ürkütücü, Gizemli: 36 Örneğiyle Sanat Tarihinin En Korkunç Yapıtı Gargoyleler”, 04.10.2016 (Çevrimiçi) https://onedio.com/haber/tuhaf-urkutucu-gizemli-36-ornegiyle-sanat-tarihinin-en-korkunc-yapiti-gargoyleler-733383  , 19.12.2018
[13]Daire tanrının kusursuzluğunu temsil eder.
[14] Bezmen, Cemil: a.g.e.
[15] İki yapı gereci ya da yapının iki bölüğü arasındaki aralık, kanal.
[16] Bezmen, Cemil: a.g.e.
[17] Katolik Kilisesi'nin 1545-1563 yılları arasında aralıklı olarak toplanan piskoposlar konsilidir. Reform eylemlerinden sonra, Katolik Kilisesi’nin eski saygınlığına kavuşturulabilmesi için kapsamlı değişiklikler gerçekleştirmiş, kiliseyi ıslah etmiştir.
[18]Reform hareketi sonrasında Protestanlık, Katolik Kilisesi’ni sarsacak kadar büyüyünce kurulan amacı Roma’da Katolikliği savunmak ve yaymak olan bir örgüttür.
[19] Barok, İspanya’da bu stili geliştiren, yayan mimar ve heykeltıraş Cheurriguera’nın ismi ile anılır.
[20]Avrupa Mimarisi”, 28.01.2008 (Çevrimiçi) http://www.gorselsanatlar.org/mimari/avrupa-mimarisi/ , 20.12.2018
[21] “Fransız Mimarisi”, t.y. (Çevrimiçi) https://www.wikizero.com/tr/Frans%C4%B1z_mimarisi , 20.12.2018
[22] Bezmen, Cemil: a.g.e.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder