AVRUPA’DA MİMARİNİN GELİŞİMİ
Şevval Altınay
Şehit Adil
Büyükcengiz AİHL 11-A No:53 Yıl:2018
Giriş
İlk
mimari eserler Cilalı Taş Devri’nde başlamıştır. Bu döneme ait ilk kalıntılara Güneybatı
Asya’da MÖ 10000, Güneydoğu Anadolu’da (Mezopotamya) ise MÖ 8000’li yıllarda
rastlanmaktadır.[1]
Yerleşim, buralardan giderek doğuya ve batıya yayılmıştır. Yayılan yerleşimler
sonucunda Avrupa’da ilk mimari yapılar MÖ 5500’den itibaren görülmektedir.
Kuzey ve Güney Amerika’da ise yerli halkın Avrupa ile olan temaslarına kadar
Taş Devri etkisi görülmektedir.
Bir toplumun gelişim sürecini
izlemek için geçmişten günümüze mimari yapısına, bu yapıların şeklindeki ve
malzemelerindeki değişime bakmak yeterli olacaktır. Kafamızı nereye çevirirsek
çevirelim mutlaka bir mimari eser ile karşılaşırız. Bu eserler barınma
ihtiyacını karşılamak için yapılmış binalarla sınırlı değildir. Bizlere
bırakılmış kültürel kalıntılardır. “Mimarlık,
doğa karşısında kendini savunmasız hisseden canlının, bir yere ait olma isteği
ile birleşerek ortaya çıkmış bir sanattır.”[2]
İnsan elinin değdiği her şey mutlaka o elden izler taşımaktadır. Sanat onu
yapan kişiden, birey ise toplumdan ayrı tutulamaz.
Yaşanan
buhranlı dönemler, ekonominin iyi veya kötüye gidişi, dini ya da hâkim düşünce
değişikliği gibi o toplumu derinden etkileyen olaylar kaçınılmaz olarak mimarisine
yansımıştır. Avrupa’da bu etki oldukça güçlü bir şekilde görülebilmektedir. En
çok göze çarpan yansımalardan biri: Kilisenin halkın üzerine baskı yaptığı,
skolastik düşüncenin yaygın olduğu dönemlerde yapılan ‘Gotik’ tarzı mimari
eserlerdir. Bu eserler kasvetli ve karanlıktır. Bu dönemden sonra gelen
Aydınlanma Çağı’yla birlikte yapıların daha aydınlık ve sade olduğu
görülmektedir.
Bahsettiğim
bu etkileri ve değişiklikleri Avrupa mimarisinde incelemek, Avrupa’nın şu anki
sokaklarını ve hayata bakış açısını daha iyi anlamak için çeşitli kaynaklardan
araştırmalar yaptım. Araştırmam süresince kütüphanedeki kitaplardan, bir süreli
yayından, çeşitli internet sitelerinden ve sitelerdeki makalelerden
yararlandım. Bu metni hazırlarken Avrupa’daki önemli siyasi ve sosyal
değişimleri, gelişimleri araştırdım. Sebep-sonuç ilişkisi içinde daha önceden
bildiğim bilgiler ile araştırma sonucu öğrendiğim bilgileri ölçerek makalemi
yazdım.
1. Klasik Mimari (MÖ 5.-MS 5. Yüzyıllar Arası)
Antik
Yunan’da başlayıp Roma İmparatorluk döneminin sonunu kapsamaktadır. Aynı
zamanda Orta Çağ sonrasında Avrupa’ya hâkim olan kültüre de verilen addır. “Orta Çağ’ın sonunda İtalya’da başlayan
Rönesans hareketinin en önemli entelektüel çabası, büyük ölçüde Hristiyanlığın
belirlediği dar yaşam ve düşün alanının dışına çıkmaktı. Çözümü Antik Çağ’ın
değerlerine geri dönmekte gördüler. ‘Klasik’ terimi bu yolda bir slogan halini
aldı. ‘Klasik’ onlar için Avrupa’da Orta Çağ öncesindeki yaşama damgasını basmış
olan Roma İmparatorluk dönemi demekti. Mimari de bu yaklaşımdan payını aldı. Mimarlar
çevrelerindeki antik kalıntılardan esinlenmeye başladılar .”[3]
1.1 Antik Yunan Dönemi (MÖ 6.-MS 1.
Yüzyıllar Arası)
Bu
dönemin mimarı yapılarını özel kılan karakterler sütunlar, sütun başlıkları ve
pedimentlerdir.[4]
Tapınaklardaki sütunların tasarlandığı belli başlı ana formlar vardır. Dor,
İron, Korint bu formlardan en bilinenleridir.
Bu
dönemin mimarisine örnek vermek gerekirse: Sütun ve pediment özelliklerinin
belirgin bir şekilde görüldüğü Xanthos’tan
Nereidler Anıtı’nı verebiliriz. Bu eserde o dönemin klasik heykelleri de
baş göstermektedir.
1.2 Roma İmparatorluk Dönemi (1.-5.
Yüzyıllar Arası)
İmparatorluğun
kurulmasıyla beraber yapıtlarda imparatorluğun gücü görülmeye başlamıştır. Bu
dönemdeki yapıtların özelliği kemer ve kemerin biraz daha kalını olan tonozlara
sıkça yer verilmesidir. Tonoza o kadar çok yer vermişlerdir ki iki çeşidi daha
ortaya çıkmıştır: Bunlardan birincisi tünel görünümüne sahip olan beşik tonoz,
bir diğeri ise iki beşik tonozun çapraz yerleştirilmesiyle oluşan çapraz
tonozdur.
Geç
Roma döneminde ise kubbe ve yarı kubbe yaygınlaşmıştır. O dönemdeki kubbeleri
neredeyse hiçbiri bugüne ulaşamamıştır. İki tanesi hariç: Biri Roma’daki Pantheon diğeri ise İstanbul’daki Ayasofya’dır.
Bu
dönemin karakteristik özelliklerini en iyi görebileceğimiz eser şu an Roma’da
bulunan Karakalla Hamamı’dır.
2. Karanlık Çağ (5.-8. Yüzyıllar Arası)
MS
5.yüzyılda Batı Roma’nın yıkılmasında bütün Avrupa etkilenmiştir. Bu dönemde
mimari alanda yaklaşık 100 yıllık bir duraklama yaşanmıştır. Savunmaya yönelik
şato ve manastırlar dışında önemli yapıtlar yoktur.
Bu
100 yıl sonrasında Gotlar, İspanya’ya doğru uzanan bir hat üzerinde 100 yıl
hâkim olmuşlardır. Burada ‘çok kemerli’ mimarı tarzı başlatmış ve yaymışlardır.
O sırada İspanya’ya akınlar yapan Araplar da bu mimari tarzdan etkilenmiştir. “Bunlar hantal yapılardır. Merkeziyetçiliği
önler, ibadet için çok uygun bir yapı değildir. Çünkü sürekli önünde uzun
sütunları bulunur ve böylece insanları görmek zorlaşır.”[5]
3. Romanesk Mimari (10.-12. Yüzyıllar
Arası)
Gotik
mimarisine geçiş dönemidir. Normanlar’ın İngiltere’yi istilası ile başlayan[6]
dönem, Roma İmparatorluğunun yıkılmasının ardından Avrupa’daki siyasal hareketlerin
bir sonucudur. Şarlman’ın Avrupa’daki birliği tekrar oluşturması, Roma
İmparatorluğuna geri dönüş ümidiyle yaptığı siyasi ve mimari çalışmalar bu
dönemi etkilemiştir.
Roma
İmparatorluğu’ndan kalan kemerler, yarım sütunlar görülmeye başlanmıştır.
Romanesk stili 10.yy’da tüm Avrupa’ya yayılmıştır. Bina cephelerini süsleyen
Roma kemerleri bu dönemde daha büyük olması için kabartmaya başvurulduğu,
içlerine iki ya da üç pencere yerleştirildiği görülmektedir. Geniş girişli
binaların daha güvenli olması için tonoz, beşik tonoz ve çapraz tonoza geri
dönülmüştür. Gotik mimarinin de parçası olan rozet veya gül pencereleri ilk kez
bu dönemde kullanılmıştır.
Siyasi
ve toplumsal karışıklıkların yatışmaya başladığı bu dönemde kilise en güçlü
unsur olmaya başlar. Kilise binaları artık daha yüksek ve görkemli
yapılmaktadır.
Bu
dönemin özelliklerini görebileceğimiz eserler: Almanya’daki Wartburg Şatosu, Alsace bölgesindeki Murbach Manastır Kilisesi ve
İngiltere’deki Durham Katedrali’dir.
4. Gotik Mimari (13.-14. Yüzyıl)
Romanesk
döneminin ardından kilisenin daha da güç kazanmasıyla Gotik mimari dönemi
başlamıştır. Bu dönem Fransa’da başlayarak Kuzey Avrupa’ya doğru yayılmıştır.
Artık Roma kültüründen uzaklaşılmıştır. İtalyan sanat tarihçileri daha sonraki
yıllarda yaptıkları araştırmalarında bu yapılara “Gotik” adı vereceklerdir,
gotik kelimesini “barbar” anlamında kullandıklarına dair görüşler yaygındır.
Bildiğimiz gibi 13. yüzyıl Avrupa’sında kilisenin etkisi artmış, krallık ve
feodel beylerinin yanı sıra kilisenin de etkisi güçlü bir şekilde
hissedilebilmektedir. Romanesk döneminde daha çok manastır ve kilise
yapımlarına önem verilirken bu dönemde görkemli katedral yapımlarına ağırlık
verilmiştir. Bu görkemlilik aslında halka baskının, kilisenin gücünün ve
sarsılmazlığının bir sembolüdür. Bu dönem eserlerinin karşısındaki insanı ezen
yapıları vardır.
Romanesk
döneminde görülen çapraz tonoz tekniği burada daha sık görülmektedir. Duvarlar
artık fazla yük taşımaktan kurtulmuştur. Sadece sütun ve çapraz kemerleri
taşıyan duvarlarda pencereler yapılmaya başlanmış, renkli vitraylarla
süslenmiştir. “Orta Çağ vitrayları
dekoratif, öğretici ve simgeseldi. Güzel olmanın yanı sıra, Kitab-ı Mukaddes
öykülerinin okuma bilmeyen bir cemaati eğitmeyi amaçlayan illüstrasyonlar
olarak da ‘okunabilirdi’. Bir amaçları da atmosfer yaratmaktı.”[7] Bu bağlamda vitraylara “ışıkla resim
yapma sanatı” da denilebilmektedir. Cam işçiliğinin daha sonraki dönemlerde
gelişmesine rağmen bu zamanki vitrayların eşine rastlamak pek mümkün değildir.
Dönemin
yapılarında fazla yük taşıyabilen sivri kemerlerin kullanılmasıyla binalar
genişliğe oranla daha yüksek yapılmıştır. “Yüksek
mekanların daralması ihtişam duygusunu arttıran bir faktördür.”[8]
Büyük yük taşıyan kemerlerin dezavantajı yanlara doğru baskı uygulamasıdır.
Mimarlar ince duvarlı Gotik binaların bu durumdan etkilenmemesi için uçan
payanda[9]
kullanmışlardır.
“Şu notu da ekleyebilirim ki aynı
dönemde Selçuklu binalarında da sivri kemer kullanılmaktadır. Aradaki etkileşme çok net gösterilemese de sivri
kemerin İran ve Mağrip üzerinden Avrupa’ya ulaşmış olabileceği söyleniyor.
Benzeri biçimde uçan payandaların Bizans binalarında 10. yüzyıldan beri
kullanıldığı düşünülüyor (Mainstone). Örnekleri Ayasofya (10.yy) ve Kariye’de
(12.yy) görülebilir.”[10]
Gotik
kiliselerin yapısı genellikle haç şeklindedir. Bu dönemde; dikdörtgen
biçiminde, iki yüksek sütunlu ve bir büyük kubbeye sahip olan bazilikalara da
oldukça sık rastlanmaktadır. Bunlar Avrupa mimarisinde dönem dönem kullanılan
bir çeşit kilisedir.
Dönemde
kullanılan resimler ve heykellerin korkutucu bir özelliği vardır. Kullanılan
yüz ifadeleri çoğunlukla üzgün, huzursuz veya kızgındır. Heykeller içine
gömüktür. Gotik mimaride çoğu süslemelerin bir anlamı vardır. Bunlardan en dikkat
çekici olanı ise “gargoyle”lerdir. Latin kökenli olarak bakıldığında ‘yutmak’
ve ‘gırtlak’ gibi anlamlara gelmektedir. Genellikle korkutucu hayali yaratık,
hayvan ve çirkin insan suratlarından yapılan gargoylelerin asıl yapılış amacı
çörtendir[11].
Bu yapılara anlamını veren bir efsane vardır.
“7. yüzyılda geçen bir Orta Çağ efsanesine göre Le Gargouille adında ağzından
alev fışkırtan bir ejderha her yıl Seine Nehri yakınlarındaki mağarasından
çıkıp ortalığı yakıp yıkıyormuş. Rouen'li köylüler de ejderhayı yatıştırmak
için bir mahkûmu kurban ediyorlarmış. Bir gün cesur bir rahip köylülere
canavarın yok edilmesi karşılığında kilise yaptıracağını ve hepsini tekrar
vaftiz edip günahlarından arındıracağını vaadinde bulunmuş. Köylüler büyük
uğraşlar sonucunda ejderhayı yakalamışlar ve başı-boynu hariç yakmışlar. Ejderhanın
başını ve boynunu da kilisenin duvarına asmışlar.”[12]
Gargoylelerin
olduğu yapılara örnek olarak San Juan de
los Reyes Manastırı’nı (Toleda, İspanya), Notre Dame Kathedrali’ni (Paris, Fransa) verebiliriz.
Genel
olarak bu dönemin karakteristik özelliklerini gördüğümüz yapılar: Paris’de Notre-Dame Katedrali, Almanya’da Köln Katedrali, Fransa’da Saint-Denis Bazilikasi’dır.
5. Rönesans Mimarisi (15.-16. Yüzyıl)
1300’lü
yıllarda Avrupa zenginleşmeye başlamıştır. Bu durum ticaret şehirlerinin
gelişmesi, iş adamlarının derebeylerden ve kiliseden bağımsız güçlenmesine yol
açmıştır. Burjuva ve mesen sınıfının ortaya çıkmasıyla zenginleşen kesim;
sanata, mimariye (özellikle katedrallere) hem maddi hem manevi destek olmuştur.
İtalya, Venedik gibi şehirlerde zengin tüccar ve banker aileler kiliseden
bağımsız bir şekilde gelişen sanatın ve edebiyatın koruyucuları haline
gelmiştir. Sanatçılar için daha özgür bir ortam oluşmuştur. Toplumda bu gibi
yeni hareketlerin ve fikirlerin oluşmaya başladığı döneme İtalyan sanatçılar
‘Erken Rönesans Dönemi’ anlamına gelen ‘quattrocento’
ismini vermişlerdir.
‘Yeniden
doğuş’ anlamına gelen bu dönemin mimarileri, bu doğuşu küllerinden doğarak
yapmıştır. Tarihte zaman zaman yenilikler yapabilmek adına eskiye, öze dönüşler
yaşanmıştır. Şekilsel olarak eskiye dönülse de karşımıza yepyeni eserler
çıkmaktadır. Örneğin bu dönemde de Klasik Yunan ve Roma mimarisinin formlarına
geri dönüşler olmuştur. Kemer, kubbe, sütun ve pedimentler sık sık karşımıza
çıkmaktadır.
Dönemin
yapıtları Gotik mimariye göre daha sade ve aydınlıktır, insanı ezmeyen yapıya
sahiptir. Dikey, uzun sütunlu yapılardansa yataylık söz konusudur. Oran,
simetri ve uyum ön plandadır. Kilise mimarisinde kare ve daireler tercih edilmiştir.[13]
“Rönesans mimarisinin temellerini
atanlardan biri meşhur Floransa Katedreli’nin
kubbesini inşa ederek, katedralin inşasını başlamasından 130 sene sonra bitiren
Filippo Brunelleschi’dir. İşin ilginç tarafı Rönesans’ın beşiği Floransa’nın
sembolü olan Katedral aslında Gotik tarzda bir yapıdır; dev kubbesi,
Brunelleschi’nin Gotik mimarisine hakimiyeti olmasa kolay kolay inşa edilemezdi
deniyor. Brunelleschi bir yandan da
antik kalıntılarda dolaşır, çizimler ve ölçümler yapar. Gözlemlerinden
hareketle Roma dönemi formlarını vurguladığı ilk bina zengin Pazzi ailesinin
Floransa’da sipariş ettiği aile şapeli olur: Cappella Pazzi. Yarım daire
şeklinde kemerler, tonozlar ve kubbe kullanarak inşa ettiği binanın iç mekanını
klasik görünümlü pilasterler (duvara gömülmüş sütunlar) ve diğer antik süsleme
elemanlarıyla zenginleştirir. Gotların yıktığı Roma imparatorluğunu eski şan ve
şerefine taşıma vakti gelmiştir artık!”[14]
Daha sonraları uygulanan Roma
mimarisi evlere, özellikle de ‘palazzo’ adı verilen zengin evlerinde görülmeye
başlamıştır. Burada mimarları zorlayan durum, o günün konforu ve
gelişmişliğiyle geleneksel yapıları birleştirmek olmuştur. Ama Michelozzo gibi
mimarlar bu ikisi arasındaki dengeyi bulmuş ve başarıyla uygulamışlardır.
Yapıtlarının üzerine Roma mimari karakterlerini kabartma olarak işlemişlerdir.
Bina cephelerinin sağırlığını (saydamlığını) almak için cepheyi meydana getiren
taşların arasına derzler[15]
açmışlardır. Bunlar bir süre sonra binayı boydan boya geçen düz hatlar haline
gelmiştir.
İlerleyen dönemlerde Rönesans
anlayışı, ‘2. Henri Stili’ olarak da bilinen ‘Maniyerizm’e (1520-1580)
dönüşmüştür. Maniyerzmin “içeriği ve
kullanılış yerini dikkate almadan sadece kalıpları tekrarlamak”[16]
anlamına gelmektedir. Bu anlayış ilk başlarda resim sanatı için kullanılmıştır.
Sonrasında bu stil ile gelişen mimari yapılarda; daha serbest oranlar, daha
geniş mekanlar ve mimarlara göre değişen farklı tasarımlar görülmektedir. Bu
stilin ilk örneği mimar Sebastino Serlio'nun 1540’ta yaptığı Fontainebleau Sarayı’dır. Bu dönem
diğer bir deyişle “Yüksek Rönesans ve Erken Barok” dönemidir.
Rönesans mimarinin başlıca eserleri:
Floransa Katedrali (Brunelleschi), Sant Andrea Kilisesi (Leon Battista
Alberti), Santa Maria Delle Grazie (Donato
Bramante).
6. Barok Mimari (17. Yüzyıl)
1563’te
biten Papa liderliğindeki Trent Konsili’nin[17]
kararları, Cizvitlerin[18]
başlatmış olduğu Katolikliğin yeniden tanımlanması çalışmalarına ve öne çıkarma
hareketine yardımcı olmuştur. Bunun sanata ve mimariye yansıyışı “Barok” olarak
adlandırılır. Kelimenin kökeni İspanyolca “borocco (doğal inci)” kelimesinden
gelmektedir. İlk olarak kiliselerde, daha sonraları saraylarda kullanılmaya başlanmıştır.
Barok
stilinin başladığı İtalya’da -insanlardaki etkiyi arttırmak için- klasik öğeler
daha büyük ölçekte kullanılmış ve daha çok vurgulanmıştır. Ama hala düz
çizgiler, yuvarlak kemerler kullanılarak eserler verilmiştir. Daha sonra
İspanya’ yayılan bu stil, asıl özelliği olan abartılmış, kıvrımlı, “C” ve “S”
şeklinde çizgilerin bolca olduğu süslemelerini kazanmıştır.[19]
İngiltere’de
Barok mimari tarzın en sade hali yayılmışken, Kuzey Avrupa’da en abartılı
haline rastlanılabilir. En sadesinden en süslüsüne bütün Barokların ortak
özelliği duvar ve tavan resimlerinin çok kullanılmış olmasıdır. Eserlerde
resim, mimari ve heykeller iç içe geçmiştir. Dönemin bazı mimarları aynı
zamanda heykeltıraştır. Kubbeler bu dönemde çok önemlidir, tavana çizilen
resimlerle geçmişte yaşanmış çeşitli dini ya da tarihi olaylar ve cennet tasvir
edilmiştir. Simetri bu dönemin vazgeçilmezidir
Bu
dönemin oluşmasında etkili olan olaylar yapıtlarda kullanılan süslerin amacını
da belirlemiştir. “Amaç insanları dine
döndürmek, imanı alevlendirmek. Mimarlar ifade gücü yüksek bir düzenlemeye
yönelir. Rönesans’ın açıklık ve yalınlık ilkesinin yerini bilinçli bir
karmaşıklık alır. Katolik kilisesinin duyulara seslenen, mistik atmosfer
yaratan bir mimari isteği oluşmuştur.”[20]
Barok
mimarinin özelliklerini görebileceğimiz eserler: İspanya’daki Santiago del Compostela Katedrali,
Fransa’daki Versailles Sarayı ve
Almanya’daki Birnau Basilikası’dır
7. Rokoko Mimari (18. Yüzyılın İlk
Yarısı)
“Rokoko”
terimi bahçe süslemesinde kullanılan çakıl taşlarından gelmektedir. Bazı sanat
tarihçiler bu dönemi Barok döneminin son aşaması ve zirvesi olarak kabul
etmektedir. Barok stilinin daha sade halidir, biçimleri yumuşatılarak daha
zarif bir şekilde sivil binalara uygulanmıştır. Fransa’da ilk olarak iç
mimarlık be dekoratif sanatı olarak ortaya çıkmış daha sonra Avrupa’ya yayılmıştır.
Önceki döneme göre daha açık renkler tercih edilmiş, çok kullanıldığında gözü
yoran altın varak rengi kullanılmıştır. Bu dönemde farklı olarak kıvrımlı “C”
ve “S” şekillerinin yanında deniz kabuğu motifleri de kullanılmıştır. Simetri
yavaş yavaş bozulmaya başlamıştır.
“Kral 14. Louis'nin ölümünden sonra 15.
Louis'nin 1715'te tahta geçmesiyle başlayan La Régence döneminde (1715-1723)
saray sakinleri Versay Sarayı'ndan taşınmış ve dönemin sanat anlayışındaki
değişim önce aristokratlarda, sonra da yüksek sosyetenin diğer kesimlerinde
ortaya çıkmıştır. Rokoko tarzındaki eserlerin bol süslemeli ve işlemeli hatları
Kral 15. Louis'nin aşırılıklarla dolu hükümdarlık yönetimiyle uyumlu olduğu
düşünülmektedir.”[21]
Bu
dönemde yapılmış ve başarıya ulaşmış yapılar: St Petersburg’da Kraliçe Katerina’nın Yazlık Sarayı, Münih
yakınında Amalienburg Av Köşkü’nün aynalı
salonu.
8. Neo-Klasik Mimari (18. Yüzyılın
İkinci Yarısı-19. Yüzyılın İlk Yarısı)
Rokoko
mimarisinden etkilenmiştir ama aynı zamanda bu akıma tepki olarak doğmuştur.
Sadeliği ve düzeniyle öne çıkmıştır. Bu dönemde kilise, kral, aristokratlar
yerine halkın zengin kesimi yükselmeye başlamıştır. Antik Yunan ve Roma
mimarisine geri dönülmüştür.
“19. yüzyılda Napolyon’un
düzenlemelerinden sonra, Avrupa’da devlet bürokrasisi gittikçe büyür ve
bağımsız olarak kurumlaşır. Neo-klasik,
bu yeni tip kamu binaları için de çok uygun bir tarz olur.”[22]
Bu
dönemin anlayışı aynı olsa da üslubu ülkeden ülkeye göre değişmiştir. Fransa’da
“Ampir” tarzı, İngiltere’de “Regency” sonrasında “Georgian”, Amerika’da ise
“Federal” üslup benimsenmiştir.
Dönemin
yapılarına örnek vermek gerekirse: Washington’da Capitol Binası, İngiltere’de Bath’da “Georgian” üslupta teras evler.
9. Eklektik Mimari (19. Yüzyıl)
Birçok
üslup ve fikrin bir araya getirilmesiyle oluşan akımdır. Tek bir mimari yapıda
farklı dönemlere ait özelliklerin kullanılmıştır. En iyi örnek Saraybosna’daki
şu an Güzel Sanatlar Akademisi olarak kullanılan eski Protestan kilisesidir.
10. Art Nouveau (1890-1914)
1.
Dünya Savaşı başlangıcına kadar sürmüş, endüstrileşmeye tepki olarak doğmuştur.
El işlerine önem veren bireyselci bir üsluptur. Endüstride kullanılan yeni
malzemeler geleneksel formlara bağlı kalmadan kullanılır. Canlı renkler,
kıvrımlı şekiller ve çiçek motifleri bu akımda kullanılan öğelerdir. Bu dönemde
yapılan binaların çoğunluğu kendine hastır, benzerleri yoktur. Aslında
Fransa’da ortaya çıkan dekoratif akımıdır. Daha sonraları dış cepheye de
yansımıştır.
Bu
dönemin binaları: Paris’te Castel
Beranger Apartmanı, Barselona’da Casa
Batllo (Antoni Gaudy) ve Budapeşte
Uyglamalı Sanatlar Müzesi.
Sonuç
Bu
metinde Avrupa’daki mimari gelişimler kronolojik bir şekilde sıralanmıştır. Görülüyor
ki Avrupa’daki siyasi, dini, sosyal, askeri, ekonomik gibi her türlü değişiklik
ve o toplumda yaşayan insanların ruh halleri mimarisine yansımıştır. Toplum
dinamik bir yapı olduğundan toplumun sanatı da dinamiktir. Bir veya birkaç
yüzyılda bir mimarinin değişimi bu yüzdendir. Bazıları birbirlerine tepki
olarak bazılarıysa devamı olarak doğmuştur. Tepki olarak doğanlara bakıldığında
tepki gösterdiği akımdan izler görülmektedir. Yani her akım, her yenilik kendinden öncesiyle var olmuştur.
Mimari
sadece insanların oturacağı, uyuyacağı ya da yemek yiyeceği binalarla
ilgilenmez. O insanlarla, insanların hayatlarıyla ilgilenir. Bu yüzden mimarlar
birer sanatçı olarak kabul edilmektedir. Bir insan sokağa çıktığında etrafa
bakarak o sokakta yaşayan toplum hakkında çoğu şeyi görüp, anlayacaktır. Bu da
mimarlığın üst üste katları çıkmaktan ibaret olmadığını göstermektedir. Avrupa
mimarları bunu çok iyi anlamış ve duygularını, düşüncelerini, olan düzene
tepkilerini kıvrım ve çizgilerle anlatmıştır.
Bugünün
Avrupa’sına bakıldığında hemen hemen her dönemden kalmış mimari yapılar
görülmektedir. Tarihteki çatışmalardan doğan yapılar, bir araya gelerek günümüz
Avrupası’nın güzel sokaklarını oluşturmuştur.
Kaynakça:
Kitaplar:
Katkıda bulunanlar:
Caroline Bugler, Ann Kramer, Marcus Weeks, Maud Whatley, Iaın Zaczek: Sanat
Kitabı, çev. Ahmet Fethi, İstanbul, Alfa, 2017
Süreli Yayınlar:
Söylenti Dergi
İnternet Siteleri:
Bezmen, Cemil: “Batı Mimari Hakkında Notlar 1”,
18.09.2017 (Çevrimiçi) https://cemilbezmen.wordpress.com/2017/09/18/bati-mimari-tarihi-hakkinda-notlar-i/, 18.12.2018
Gezimserim: “Avrupa’nın Mimari Aşamaları”,
20.09.2017 (Çevrimiçi) https://gezimserim.com/2017/09/20/avrupanin-mimari-asamalari/, 18.12.2018
Bayram, Taner: “Tuhaf, Ürkütücü, Gizemli: 36 Örneğiyle
Sanat Tarihinin En Korkunç Yapıtı Gargoyleler”, 04.10.2016 (Çevrimiçi) https://onedio.com/haber/tuhaf-urkutucu-gizemli-36-ornegiyle-sanat-tarihinin-en-korkunc-yapiti-gargoyleler-733383, 19.12.2018
“Avrupa Mimarisi”, 28.01.2008 (Çevrimiçi) http://www.gorselsanatlar.org/mimari/avrupa-mimarisi/, 20.12.2018
[1] MÖ 4000’li
yıllardan kalmış olan Truva Atı ile mimarlığın tarihi çağları başlamıştır.
[2] Çeçen,
Ece: “Kronolojik Sırada 20.Yüzyıl Öncesi
Mimari Dönem ve Üsluplar”, Söylenti Dergi,
03.08.2018
[3] Bezmen, Cemil: “Batı Mimari Hakkında Notlar 1”, 18.09.2017 (Çevrimiçi) https://cemilbezmen.wordpress.com/2017/09/18/bati-mimari-tarihi-hakkinda-notlar-i/,
18.12.2018
[4] Alınlık
da denir. Bina cephelerindeki genellikle kapı üstünde bulunan üçgen şeklindeki
kısımdır.
[6] Romanesk
Mimari, İngiltere’de Norman Mimarisi olarak geçmektedir.
[7] Katkıda bulunanlar: Caroline Bugler, Ann
Kramer, Marcus Weeks, Maud Whatley, Iaın Zaczek: Sanat Kitabı, çev. Ahmet Fethi, İstanbul, Alfa, 2017; ss.
82.
[9] Kubbe ve
çatı ağırlığını ana duvarlara aktarmak için kubbe kasnağı ya da çatı çevresi
ile dayanma ayakları arasına konulmuş destektir. Bir başka deyişle “Gotik mimarinin ‘ne yapsak da göğü daha
fazla delsek’ arayışının bir sonucu olarak bulunmuş bir tekniktir.”
[10] Bezmen,
Cemil: a.g.e.
[11] Çatıların
çevresinde biriken yağmur sularını duvar temelinden uzağa akıtan, saçak
kenarından dışa doğru uzamış oluklardır.
[12] Bayram,
Taner: “Tuhaf, Ürkütücü, Gizemli: 36
Örneğiyle Sanat Tarihinin En Korkunç Yapıtı Gargoyleler”, 04.10.2016
(Çevrimiçi) https://onedio.com/haber/tuhaf-urkutucu-gizemli-36-ornegiyle-sanat-tarihinin-en-korkunc-yapiti-gargoyleler-733383 , 19.12.2018
[13]Daire
tanrının kusursuzluğunu temsil eder.
[14] Bezmen,
Cemil: a.g.e.
[15] İki
yapı gereci ya da yapının iki bölüğü arasındaki aralık, kanal.
[16] Bezmen,
Cemil: a.g.e.
[17] Katolik
Kilisesi'nin 1545-1563 yılları arasında aralıklı olarak toplanan piskoposlar
konsilidir. Reform eylemlerinden sonra, Katolik Kilisesi’nin eski saygınlığına
kavuşturulabilmesi için kapsamlı değişiklikler gerçekleştirmiş, kiliseyi ıslah
etmiştir.
[18]Reform
hareketi sonrasında Protestanlık, Katolik Kilisesi’ni sarsacak kadar büyüyünce
kurulan amacı Roma’da Katolikliği savunmak ve yaymak olan bir örgüttür.
[19] Barok,
İspanya’da bu stili geliştiren, yayan mimar ve heykeltıraş Cheurriguera’nın
ismi ile anılır.
[20] “Avrupa Mimarisi”, 28.01.2008 (Çevrimiçi)
http://www.gorselsanatlar.org/mimari/avrupa-mimarisi/
, 20.12.2018
[21] “Fransız Mimarisi”, t.y. (Çevrimiçi) https://www.wikizero.com/tr/Frans%C4%B1z_mimarisi
, 20.12.2018
[22] Bezmen,
Cemil: a.g.e.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder