8 Eylül 2019 Pazar

Tarih Nedir? Tarihe Bakış Açımız Nasıl Olmalıdır?

1: TARİH NEDİR?
Tarih tabii olanın dışında insanların tasarlayıp, uyguladıkları ve ortaya koyduklarıdır. Kısaca, insan elinden çıkan, insanın yaptığı her şeydir. İnsanın düşünüp bunu somut olarak dışarı aktarımı sonunda ortaya çıkan durumdur.
Tarihin öğretilmesi gelecekteki kararların alınmasında geçmişin öğrenilmesinde ve millet unsurunun oluşmasında önemlidir. Tarih kendimizi tanımamızı sağlar. Tarihin öğrenilmesi gelecekte olacak olayların iyi analiz edilmesinde faydalıdır. Tarih öğrenimi bir nevi pusula gibidir. Geçmişte olmuş olayların anlaşılmasında ve gelecekte olacak olayların kavranmasında etkin role sahiptir.
Her düşünce kendini meşrulaştırmak için geçmişte bir referans arar. Siyasi otoriteler tarihi kaynaklarla oldukça ilgilenirler. Çünkü tarih kendi meşruiyetlerinin kaynağıdır. Kendi hedefleri doğrultusunda tarihi çıkarları için sürekli kullanırlar ve misal gösterirler. İnsanlara ulus bilincini aşılamaktan başka, geleceğe yönelik kararlarda da tarihi kullanırlar. Tarihi sadece siyasi otoriteler kullanmazlar, onların muhalifleri de kendilerini meşrulaştırmak için tarihe başvururlar.
2: TARİHE BAKIŞ AÇIMIZ NASIL OLMALIDIR?
Ülkemizde hemen hemen herkesin iyi ya da kötü yorum yapabildikleri iki konu vardır. Bunlardan biri din diğeri tarihtir. Ancak yapılan bu yorumlar çoğu zaman, okumak ve araştırmaktan ziyade kulaktan duyma kanaatlerdir. Bizler geçmişimizle övünmeyi seven bir topluluğuz. Geçmişimizde de övünülecek olay çok fazladır. Ancak temel sorunumuz toptancı bakış açılarımızdır. İyi dediğimiz birini, topluluğu veya devleti ya toptan iyi olarak kabul ediyoruz ya da toptan yok sayıyoruz.
Şuan ki düşünce sistemimizde toplum olarak ortak bir tarih bilincimiz yoktur. İnandığımız düşünce biçimiyle geçmişi, tarihi yorumlamaya çalışıyoruz. Bu durumda da ya toptan reddiyeci bir algı ya da toptan ululama yoluna gidiyoruz. Bundan daha yirmi yıl öncesine kadar Osmanlı Devleti reddediliyor, kötü sayılıyordu ve referanslar direkt Türk tarihine yapılıyordu.
Tartışmalı konulara bir bakacak olursak:
Türkler olarak, geçmişten itibaren tarih sahnesinde olmuş, sayısız devlet kurmuş, savaşlar yapmış bir milletiz. Öyle ki Çin gibi bir medeniyet Türk akınlardan korunmak için devasa büyüklükte Çin seddini yapmıştır. Bu olay bizim açımızdan Türklerin ne kadar büyük savaşçılar olduğunu gösterirken, Çinliler tarafından Türkleri barbar ve yağmacı olarak nitelendirebilir mi? Zamanın konjonktürü gereği Çin’in yerleşik bir kültüre sahip olduğu için kendisini korumak adına bir set yapması gerekiyordu, Türkler de konar-göçer oldukları için yaşam tarzı gereği bu tür savaşlar ve yağmalar yapmak zorundaydı.
Aynı şekilde Gök tanrı dini, tek tanrılı mı yoksa çok tanrılı bir din miydi? Bu konuda da Milliyetçi tarihçiler İbrahim Kafesoğlu gibi Gök tanrı dininin tek tanrılı bir din olduğunu savunurlar. Böylelikle Türklerin gelişmiş bir medeniyet seviyesine sahip olduklarını savunurlar ama son zamanlarda ki araştırmalar Kök tanrı dininin tek tanrılı bir din değil, çok tanrılı bir din olduğunu ortaya koyar.
Osmanlı Devleti’nde tartışmalı konular daha fazladır. Bunlardan bir kaçına bakacak olursak; kuruluş döneminde Osmanlı’nın hangi boydan geldiği, Ahilik ve Şeyh Edebali gibi konular karşımıza çıkar.
Osmanlı’nın hangi soydan ve boydan geldiği konusunda çeşitli tartışmalar vardır. Fuat Köprülü gibi tarihçiler Osmanlı’nın Kayı boyundan geldiğini savunurken, oryantalistler Osmanlı soyunun Kayı’dan gelmediğini, ilerleyen zamanlarda Türk gelenekleri gereği yönetici sülalesinin Oğuz boylarından gelme geleneği gereği kendilerini meşrulaştırmak için Kayı boyuna dayandırdıklarını savunurlar. Fuat Köprülü bu teze yönetici sülalesi Kınık boyudur ama Osmanlı, Kayı’dan gelmektedir diye cevap verir.
Osmanlı, kuruluş döneminde Ahilik teşkilatının zengin birikiminden faydalanmış hatta ahi reisleri padişahlara kuşak bağlayarak onları meşrulaştırmıştı. Ancak son araştırmalar Şeyh Edebali figürünün ve Rüya motifinin gerçek olmadığını, bunun sonraki dönemlerde Âşık Paşazade’nin bir kurgusu olduğunu ortaya koymaktadır. Âşık Paşazade böyle yaparak, Babai düşüncesinde olduğu için Osmanlı kuruluşunda kendi düşüncesinde birilerine görev vermiş oluyor.
Yükselme Dönemi (Çandarlı Ailesi, Kardeş Katli)
Fatih çok küçük yaşta tahta çıkar ancak sadrazam olan Çandarlı Halil Paşa, Fatih’i istemez. Fatih ikinci kez tahta çıktığında ilk iş olarak sadrazam ailesi olan Çandarlıları ortadan kaldırır. Böylelikle Osmanlı yönetiminde Türk aristokrasinin kökü kazınır. Bundan sonra vezirler kökü olmayan devşirmelerden seçilmeye başlar. Bu konudan dolayı, Osmanlı Türk soyundan gelenlere iyi davranmamıştır ve onlara “İdraksiz Türk” manasında “etrak-ı bî idrak” dediği gibi bir anlayış hâkimdir. Osmanlı’nın konargöçer Türklere karşı olumsuz bir düşüncesi vardı ama yerleşik asli unsur olan Türklere karşı hiçbir zaman böyle düşüncesi olmamıştır.
Kardeş Katli konusunda çok sayıda tartışma vardır. Şeriata uygun mudur, insani midir…
Kardeş katli uygulaması Fatih kanunnamesinde “Ve her kimseye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların Nizâm-ı Âlem için katl eylemek münasiptir. Ekser ûlema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar.” şeklinde geçer. Fatih’in yukarıda zikredilen iki konudaki kararlarını anlamak için Osmanlı Devleti’nin resmi ideolojisini iyi anlamamız gerekir. Osmanlı’da asıl olan hanedanın devamıdır. Ahmet Yaşar Ocak’ın ifadesiyle Osmanlı Hanedanı dairenin içidir ve bu daireye tehdit olabilecek her şeyin ortadan kalkması gerekir. Buna Türk aristokrasisinin tasfiyesi de kardeş katli de şeyhülislamların azledilmesi de örnek verilebilir.
Son olarak II. Abdülhamid ve Cumhuriyet dönemine bakacak olursak;
Osmanlı tarihinde II. Abdülhamid gibi üzerinde fikir ayrılığının keskinleştiği başka bir padişah yoktur. II. Abdülhamid kimileri tarafından istibdatçı ve kızıl sultandır. Kimileri tarafından ise ulu hakandır. Bu nitelemeler günümüzün ideolojisi ile yapıldığı için taraflar sağcı ve solcudur.
Abdülhamid, Osmanlı’nın sekerat döneminde tahta çıkmış, eğitim de mimari de birçok alanda atılımlar yapmıştır. Kendi sonunu da kendi açtığı okullarda yetişen ittihatçılar tarafından olmuştur. Abdülhamid yaşadığı dönemde kimseye yaranamamıştır. İttihatçılar, Batıcılar, İslamcılar hepsi de Abdülhamid’e ve politikalarına karşıdır. Mehmed Akif’in hakaret şeklinde şiirleri vardır. Aynı şekilde Tevfik Fikret’in “Attı ama tutturamadı şanlı asker” diye Abdülhamid’e suikast girişiminde bulunan Ermeni komitacıya methiyeleri vardır. Abdülhamid iyisiyle kötüsüyle Osmanlı padişahlarından biridir. Yaptığı birçok güzel işler olduğu gibi başarısız olduğu işler de vardır. Belki de en önemlisi ittihatçılara karşı biraz çekingen davranmasıdır.
Cumhuriyet tarihi ise tarih tamamen resmi ideolojinin paralelinde gelişmiştir. Bu yüzdendir ki Necip Fazıl “İnanmıyorum bana öğretilen tarihe!” demiştir. İlkokullardan başlayarak padişahlık, saltanat, halifelik kötülenmiş, padişahlar astığı astık kestiği kestik kişiler gibi bir algı oluşturulmuştur. Osmanlı tümden yok sayılmış, yeni rejim geçmişin izlerini, anlaşılmamasını sağlamak için de alfabede değişikliğe gitmiştir. Oysaki Türkiye her şeyi ile Osmanlı’nın devamıdır. Bu sebepten Jandarma teşkilatı 175. kuruluş yılını kutlar.
Sonuçta Türk tarihi de Selçuklu da Osmanlı da bizim tarihimizdir. Bu tarih iyisiyle kötüsüyle bizim tarihimizdir. Tarih okuması veya savunması yaparken bir tarafı yok saymak, reddetmek olmaz. Tarihte devletleri ve şahısları kutsallaştırmak, dokunulmaz, eleştirilmez kişiler olarak görmek de yanlıştır. Unutmayalım ki Kur’an- Kerim de ayetlerde devamlı olarak akıl etmez misiniz, düşünmez misiniz, sizin için önceki kavimlerden örnekler vardır der.
Kıssalar da ya İsrailoğullarının azgınlıklarından ya Semud, Ad kavimlerinin azgınlıklarından ya da Ebu Leheb’den, Firavun’dan bahseder ve böyle kötü örneklerin verilmesi de ders alınması içindir. Biz geçmişimize hep insancıl açıdan bakıp diğer tarafları kaçırırsak bir anlamı kalmaz. Kanuni, Viyana kapılarına gül dağıtmak için gitmemiştir. Devlet, ki bu devlet üç kıtaya hükmediyorsa karıncayı da düşünmez, kendi oğlunu da kardeşini de yeri geldiğinde düşünmediği gibi. Bunu bir eleştiri olarak değil realite olarak görmek gerekir.
Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki; geçmişi tek bir yönüyle değil sosyolojisi, ekonomisi, ideoloji her yönüyle birlikte ele almalıyız. Bir kişiyi haklı çıkartarak veya suçlayarak değil, olanı olduğu gibi kabul ederek ele almalıyız. Kendi düşüncelerimizi haklı çıkarmak için tarihte veriler aramak yerine iyisiyle kötüsüyle geçmişi bir bütün olarak kabul etmeliyiz.
BİR SÖZ
“Tarihinin sürekliliğini kaybeden bir millet, her şeyini kaybetmeye mahkûmdur. Hafızası parça parça kopmuş bir akıl hastası gibi geçmişiyle, hatıralarıyla ve benliğini terkip eden bütün varlık unsurlarıyla ilgisi kesilmiştir.”
Peyami Safa

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder